İHTİŞAM HER YERDE



İHTİŞAM 



HER YERDE 






O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, 



‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. 



Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih 

etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. 

(Haşr Suresi, 24) 



İÇİNDEKİLER


GİRİŞ

YOKLUKTAN VARLIĞA: BIG BANG

UZAYDAKİ BÜYÜKLÜK KAVRAMI

GÜNEŞ SİSTEMİ’NDEKİ KUSURSUZ DÜZEN

BENZERİ OLMAYAN GEZEGEN: DÜNYA

ATMOSFERİN ÖZEL YAPISI

DAĞLARIN YERKABUĞUNU SAĞLAMLAŞTIRMA ÖZELLİKLERİ

OKYANUSLARIN SAĞLADIĞI DENGELER

SU VE BİTKİLER ARASINDAKİ UYUM

KAR TANELERİNDEKİ DÜZEN

MEYVE VE SEBZELERDEKİ BENZERSİZ SANAT

YAPRAKLARDAKİ KUSURSUZ YAPI: GÖZENEKLER

HİNDİSTAN CEVİZİ BİTKİSİNİN TOHUMLARI

BİRBİRLERİNE UYUMLU YARATILAN CANLILAR

CORYANTHES ORKİDELERİNİN TAKTİKLERİ

DUVAR USTASI ARILARIN BECERİLERİ

KÖR TERMİTLERİN GÖKDELENLERİ

ÇAN ÖRÜMCEKLERİNİN DALMA TEKNİĞİ

KİTİN: MÜKEMMEL BİR KAPLAMA MALZEMESİ

KARINCA OTELLERİ

IŞIK SAÇAN CANLILARDAKİ İHTİŞAM

IŞIK ÜRETEN DENİZALTI CANLILARI

YUNUSLARDAKİ ÜSTÜN YARATILIŞ

DENİZ ALTINDA İLGİNÇ BİR CANLI: NUDIBRANCH

PAPAĞAN BALIĞININ UYKU TULUMU

AKREP BALIKLARININ KAMUFLAJI

İĞNELİ İSTAKOZLARIN GÖÇLERİ

DENİZATLARININ İLGİNÇ ÖZELLİKLERİ

DENİZANALARININ BİLİNMEYEN ÖZELLİKLERİ

DENİZ KABUKLULARINDAN TARAKLARIN GÖZLERİ

MİKRO DÜNYANIN CANLILARI: PLANKTONLAR

SU ALTINDAKİ BARINAKLAR: MERCANLAR

DENİZİN GÖZ KAMAŞTIRICI MÜCEVHERLERİ: İNCİLER

CANLILARDAKİ MÜKEMMEL SİMETRİ

KELEBEKLERİN ÇARPICI ÖZELLİKLERİ

KUŞ TÜYLERİNDEKİ DETAYLI YARATILIŞ

ZEHRİ ETKİSİZ HALE GETİREN KUŞLAR: MACAWLAR

ARI YİYEN KUŞLARIN AKILCI TAKTİKLERİ

KUSURSUZ BİR AVCI KUŞ: KARTAL

DOĞADAKİ DOKUMA USTALARI

UÇAN SİNCAPLARIN BECERİLERİ

GREBE KUŞLARININ YAVRULARINA OLAN ŞEFKATİ

UÇUŞ MAKİNELERİ: YUSUFÇUKLAR

ÇÖLDEKİ YAŞAM

HAYVAN GÖZLERİNDEKİ ÇEŞİTLİLİK

GAZELLERİN VÜCUTLARINDAKİ ÖZEL SOĞUTMA SİSTEMİ

İNSANIN YARATILIŞINDAKİ İHTİŞAM

GELİŞMİŞ BİR KLİMA, KUSURSUZ BİR ALGILAYICI: DERİ

KEMİKLERDEKİ KAFES SİSTEMLERİN DAYANIKLILIĞI

DÜNYANIN EN BÜYÜK DAĞITIM AĞI: DOLAŞIM SİSTEMİ

AKCİĞERLERDEKİ ETKİLEYİCİ YARATILIŞ

KOMUTA MERKEZİ: BEYİN

İNSAN BEDENİNDEKİ HABERCİ: HORMONAL SİSTEM

DİKKATLİ BİR DENETLEYİCİ: HÜCRE ZARI

MİNYATÜR BİLGİ BANKASI: DNA

LEZZET VE GÜZELLİĞİN BİLİNMEYEN KAYNAĞI: MOLEKÜLLER

ATOMUN YAPISINDA SAKLI GÜÇ

PROTONLAR VE ELEKTRONLAR ARASINDAKİ DENGE

SONUÇ






GİRİŞ

Sabah kalk­tı­ğı­nız­da yap­tı­ğı­nız iş­le­ri bir an için ak­lı­nız­dan ge­çi­rin. Gö­zü­nü­zü açar­sı­nız, ne­fes alır­sı­nız, ya­tak­ta doğ­ru­lur­su­nuz, kal­kar ve yü­rür­sü­nüz, ye­mek yer­si­niz, kı­ya­fet­le­ri­ni­zi de­ğiş­ti­rir­si­niz. An­ne­niz­le ve­ya kar­de­şi­niz­le ko­nu­şur­su­nuz, si­ze söy­le­dik­le­ri­ni du­yar­sı­nız. Son­ra dı­şa­rı­ya çı­kar­sı­nız ya da pen­ce­re­den dı­şa­rı­ya ba­kar­sı­nız ve mas­ma­vi gök­yü­zü­nü gö­rür­sü­nüz. Bel­ki o an pen­ce­re­nin önün­den uçan kuş­la­rın ses­le­ri­ni du­yar­sı­nız. Dü­şen bir yap­ra­ğı iz­ler­ken, ağaç­ta­ki ol­gun­laş­mış el­ma­la­rı fark eder­si­niz. Gü­ne­şin sı­cak­lı­ğı­nı ve rüz­ga­rı yü­zü­nüz­de his­se­der­si­niz. So­kak­ta yü­rü­yen, ara­ba­la­rıy­la bir yer­le­re ye­tiş­me­ye ça­lı­şan in­san­lar var­dır. Kı­sa­ca­sı si­zin için sı­ra­dan bir gün baş­la­mış­tır. Gör­dü­ğü­nüz, duy­du­ğu­nuz şey­ler alı­şıl­mış­tır; bu yüz­den bun­la­rın üze­rin­de dü­şün­me­ye bi­le ge­rek duy­maz­sı­nız.

Pe­ki bir de şöy­le dü­şü­nün. Doğ­du­ğu­nuz gün­den iti­ba­ren tek bir oda­da ya­şa­mı­nı­zı sür­dür­dü­ğü­nü­zü farz edin. Bu oda dört du­var­dan olu­şu­yor ol­sun ve dı­şa­rı­yı gö­re­bi­le­ce­ği­niz kü­çük bir pen­ce­re­si bi­le ol­ma­sın. Sa­de­ce ih­ti­ya­cı­nı­za yö­ne­lik bir­kaç mü­te­va­zi mo­bil­ya bu oda­ya kon­muş ol­sun. Ya­şa­mı­nı­zı ge­çir­di­ği­niz bu oda­da si­ze yal­nız­ca ha­ya­tı­nı­zı sür­dü­re­bil­me­niz için ge­rek­li olan bir-iki çe­şit yi­ye­cek ve su ve­ril­sin. Oda­da, dı­şa­rı­dan ha­ber ala­bil­me­ni­zi sağ­la­ya­cak her­han­gi bir ile­ti­şim ara­cı­nın, ör­ne­ğin; bir te­le­fon, rad­yo ya­da bir te­le­viz­yo­nun da bu­lun­ma­dı­ğı­nı var­sa­ya­lım. Do­la­yı­sıy­la bir­çok ko­nu hak­kın­da bil­gi­niz ol­ma­ya­cak­tır.

Der­ken bir gün ha­ya­tı­nı­zı ge­çir­di­ği­niz bu oda­dan çı­ka­rıl­dı­ğı­nı­zı ve dış dün­ya­yı gör­dü­ğü­nü­zü farz edin. Bu du­rum­da dün­ya hak­kın­da ne­ler dü­şü­nür­sü­nüz?

Gö­zü­nü­zün gö­re­bil­di­ği ala­nın ge­niş­li­ği, ışı­ğın var­lı­ğı, Gü­neş’in yü­zü­nü­ze çar­pan sı­cak­lı­ğı, gök­yü­zü­nün mas­ma­vi ren­gi, bem­be­yaz bu­lut­la­rın var­lı­ğı si­zi çok şa­şır­ta­cak­tır. Ge­ce­le­ri gök­yü­zün­de be­li­ren par­lak ışık­lı yıl­dız­lar, tüm ih­ti­şa­mı ile gök­yü­zü­ne doğ­ru uza­nan dağ­lar, in­san­lar için bir gü­zel­lik olan akar­su­lar, göl­ler, de­niz­ler, yer­yü­zü­ne ha­yat ve­ren sa­ğa­nak yağ­mur, yem­ye­şil ağaç­lar, ren­ga­renk me­nek­şe­ler, pa­pat­ya­lar, ka­ran­fil­ler, gü­zel ko­ku­la­rıy­la ley­lak­lar, gül­ler, her bi­ri in­sa­na ay­rı lez­zet ve­ren por­ta­kal­lar, kar­puz­lar, erik­ler, çi­lek­ler, muz­lar, şef­ta­li­ler, in­san­da şef­kat duy­gu­su uyan­dı­ran ke­di­ler, kö­pek­ler, tav­şan­lar, ga­zel­ler, hay­ran­lık ve­ri­ci es­te­tik­le­ri ve renk­le­riy­le ke­le­bek­ler, kuş­lar, de­ni­z al­tı can­lı­la­rı….

Tüm bu gör­dük­le­ri­niz kar­şı­sın­da hem hay­re­te ka­pı­lır, hem de tüm bun­la­rı bi­ra­ra­ya ki­min yer­leş­tir­di­ği­ni me­rak eder­si­niz. Mey­ve­le­rin renk­le­ri­ni gö­rüp, ko­ku­la­rı­nı duy­du­ğu­nuz­da bun­la­rı ki­min böy­le­si­ne cez­be­di­ci renk­le­re bo­ya­dı­ğı­nı, bu en­fes ko­ku­la­rı on­la­ra ki­min ver­di­ği­ni me­rak eder­si­niz. Bir ka­vu­nu tat­tı­ğı­nız­da, el­ma­dan bir par­ça ısır­dı­ğı­nız­da lez­zet­le­ri­nin na­sıl bu ka­dar gü­zel ve çe­şit­li ol­du­ğu­nu, böy­le ka­buk­lu bir cis­min içi­ne na­sıl olup da şe­ke­rin yer­leş­ti­ril­di­ği­ni dü­şü­nür, mey­ve­le­rin sı­ra sı­ra di­zil­miş çe­kir­dek­le­ri­ni gör­dü­ğü­nüz­de bunun nasıl olduğunu öğ­ren­mek is­ter­si­niz.

Gör­dü­ğü­nüz her ye­ni şey, öğ­ren­di­ği­niz her bil­gi siz­de bü­yük bir he­ye­can ya­ra­tır. Her­şe­yin ne­de­ni­ni, na­sı­lı­nı öğ­ren­me­ye ça­lı­şır­sı­nız. Kar­pu­zun ço­ğa­la­bil­mek için çe­kir­dek­le­ri­ne ih­ti­yaç duy­du­ğu­nu, kuş­la­rın uç­mak için mut­la­ka tüy­le­ri­nin ol­ma­sı­nın ge­rek­ti­ği­ni Gü­neş’ten ge­len ışın­la­rın, ok­si­je­nin, su­yun bü­tün can­lı­la­rın ya­şa­ma­sı için ge­rek­li ol­du­ğu­nu, de­niz­le­rin ve ok­ya­nus­la­rın var­lı­ğı­nın öne­mi­ni, bit­ki­ler ol­ma­sa yer­yü­zün­de bo­zu­la­cak den­ge­le­ri, tah­ta par­ça­sı­na ben­ze­yen to­hum­lar­da çe­şit çe­şit bit­ki­le­rin çık­ma­sı­nı sağ­la­yan bil­gi­le­rin şif­re­len­miş ol­du­ğu­nu ve da­ha pek çok de­ta­yı öğ­re­nir­si­niz. Öğ­ren­di­ği­niz her­şey bu ih­ti­şa­mı bi­raz da­ha id­rak et­me­ni­zi sağ­lar.

Öğ­ren­me­ye baş­la­dık­la­rı­nı­zın yer­yü­zün­de­ki can­lı­la­rın özel­lik­le­rin­in sa­de­ce çok kü­çük bir kı­smı ol­du­ğun­dan, her­şe­yin bir­bi­ri­ne bağ­lı ça­lış­tı­ğın­dan, gö­re­me­di­ği­niz var­lık­la­rın, du­ya­ma­dı­ğı­nız ses­le­rin var ol­du­ğun­dan, uzay­da­ki ih­ti­şam­lı sis­tem­le­rin var­lı­ğın­dan ha­ber­dar ol­du­ğu­nuz­da ise şaş­kın­lı­ğı­nız da­ha da ar­tar.

Bü­tün bun­la­rın de­tay­la­rı­nı bi­rer bi­rer öğ­re­nir­ken her se­fe­rin­de ay­nı so­ru­lar ak­lı­nı­za ge­le­cek­tir: Bu muh­te­şem var­lık­la­rın tü­mü na­sıl or­ta­ya çık­tı? Ben na­sıl mey­da­na gel­dim? Ma­dem her­şe­yin bir se­be­bi var, her­şe­ye bir se­bep bu­lu­nu­yor; pe­ki öy­ley­se ben ni­ye va­rım?

Yıl­lar­ca kal­dı­ğı­nız bir oda­dan çık­tı­ğı­nız an­da dün­ya­da­ki çe­şit­li­lik ve ih­ti­şam­lı ya­ra­tı­lış ile kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğı­nız için sü­rek­li dü­şün­mek­te ve so­ru­la­rı­nı­za ce­vap ara­mak­ta­sı­nız­dır. Her so­ru­nu­zun ce­va­bın­da “mut­la­ka bun­la­rı ya­pan bi­ri var­dır” söz­le­ri yer al­mak­ta­dır. Dü­şün­ce tem­bel­li­ği­ne ka­pıl­ma­dı­ğı­nız ve çev­re­niz­de­ki var­lık­la­ra bir alış­kan­lık per­de­si ar­dın­dan bak­ma­dı­ğı­nız için her­şe­yin bir Ya­ra­tı­cısı’­nın ol­du­ğu­na ke­sin ka­na­ati­niz ge­le­cek­tir. İş­te her in­sa­nın yap­ma­sı ge­re­ken as­lın­da bu­dur: Gör­dü­ğü şey­le­re alış­kan­lık­la de­ğil de dü­şü­ne­rek, so­ru­lar so­ra­rak bak­mak…

Na­sıl ki her gün üze­rin­den geç­ti­ği­niz çe­lik köp­rü­le­ri bir ya­pan var­sa, sağ­lam­lı­ğı çe­lik ile kar­şı­laş­tı­rı­lan ke­mik­le­ri­ni­zi de bir ta­sar­la­yan var­dır. Hiç­bir za­man için bi­ri­si çı­kıp da ham de­mir ve kö­mü­rün te­sa­dü­fen bir­le­şe­rek çe­li­ği, çe­li­ğin de te­sa­dü­fen çi­men­to­lar­la bir­le­şip köp­rü­le­ri oluş­tur­du­ğu­nu söy­le­ye­mez. Çün­kü böy­le bir id­di­ada bu­lu­nan ki­şi­nin ak­lın­dan şüp­he edi­le­ce­ği­ni her­kes bi­lir.

An­cak bu açık ger­çe­ğe rağ­men dün­ya­da­ki bü­tün can­lı­la­rın, gök­yü­zü­nün, yıl­dız­la­rın, uza­yın, kı­sa­ca­sı her­şe­yin te­sa­dü­fen or­ta­ya çık­tı­ğı­nı id­dia et­me­ye ce­sa­ret eden­ler var­dır. Bu te­sa­düf id­di­ala­rı­nın man­tık­sız­lı­ğı ise dü­şü­nen ve ak­le­den her in­san için son de­re­ce açık­tır.





Te­sa­dü­fün Man­tık­sız­lı­ğı

Te­sa­düf id­di­asıy­la or­ta­ya çı­kan­lar, ma­ter­ya­list ve ev­rim­ci zih­ni­ye­ti ta­şı­yan in­san­lar­dır. Bu in­san­lar mad­de­nin ve ev­re­nin ba­şı­nın ve so­nu­nun ol­ma­dı­ğı­nı, bir ya­ra­tı­cı­sı­nın bu­lun­ma­dı­ğı­nı id­dia eder, mil­yar­lar­ca yıl­dız­dan olu­şan mil­yar­lar­ca ga­lak­si­nin, tüm gök­ci­sim­le­ri­nin, ge­ze­gen­le­rin, gü­neş­le­rin ve tüm bun­la­rın dü­zen için­de var­lık­la­rı­nı sür­dür­me­si­ni sağ­la­yan ku­sur­suz sis­tem­le­rin ba­şı­boş te­sa­düf­ler­le var­lı­ğı­nı sür­dür­dü­ğü­nü söy­ler­ler. Ay­nı şe­kil­de ev­rim te­ori­si de ev­ren­de­ki ih­ti­şam­lı dü­zen­e rağ­men, can­lı­la­rın da te­sa­düf­ler­le mey­da­na gel­di­ği­ni sa­vu­nur.

Bu bil­gi­ler ışı­ğın­da ev­rim­ci­le­rin “te­sa­düf”ü ya­ra­tı­cı bir güç ola­rak gör­dük­le­ri or­ta­ya çı­kar. Allah’ın dı­şın­da bir var­lı­ğı ya­ra­tı­cı güç ola­rak ka­bul et­mek ise, kuş­ku­suz put­pe­rest­lik­tir. Ya­ni ev­rim­ci­ler “te­sa­düf” isim­li bir pu­ta sa­hip­tir­ler. Ni­te­kim Dar­wi­nist eser­le­ri oku­du­ğu­nuz­da te­sa­düf pu­tun­dan, bu pu­tun sözde gü­cün­den ve üs­tün ka­bi­li­yet­le­rin­den sık sık bah­se­dil­di­ği­ni gö­rür­sü­nüz.

Ev­rim­ci­le­rin, “te­sa­düf pu­tu”nun var et­ti­ği­ne inan­dık­la­rı var­lık­la­rın ör­nek­le­ri­ni say­mak­la bi­ti­re­me­yiz. Ör­ne­ğin, ev­rim­ci­ler can­lı­la­rı oluş­tu­ran ilk hüc­re­nin te­sa­düf pu­tu­nun bir ese­ri ol­du­ğu­na ina­nır­lar. Bu ina­nı­şa gö­re can­sız ve şu­ur­suz atom­lar bir gün ka­rar alıp yıl­dı­rım­la­rın, yağ­mur­la­rın ve çe­şit­li do­ğal et­ki­le­rin so­nu­cun­da bi­ra­ra­ya gel­miş­ler ve ami­no­asit­le­ri oluş­tur­muş­lar­dır. Son­ra bu ami­no­asit­ler can­lı hüc­re­si­nin te­me­li olan pro­te­in­le­ri var et­me ka­ra­rı al­mış ve te­sa­düf pu­tu­nun yar­dı­mıy­la bu ka­ra­rı­nı uy­gu­la­ma­ya koy­muş­tur. Böy­le­ce or­ta­ya çı­kan pro­te­in­le­rin ise ilk can­lı hüc­re­yi mey­da­na ge­tir­me­si te­sa­düf is­mi ve­ri­len güç sa­ye­sin­de he­men ger­çek­leş­miş­tir. An­cak da “te­sa­düf”ün işi bu­nun­la da bit­me­miş­tir.

Ev­rim­ci saf­sa­ta­la­ra gö­re, “te­sa­düf pu­tu” dün­ya üze­rin­de­ki mil­yon­lar­ca can­lı tü­rü­nü de ken­di ça­ba­sıy­la or­ta­ya çı­kar­mış­tır. Ön­ce bir ba­lık mey­da­na ge­tir­miş ama tek bir ba­lı­ğın ye­ter­li ol­ma­ya­ca­ğı­nı dü­şü­ne­rek bu­gün var olan yüz­bin­ler­ce ba­lık tü­rü­nün oluş­ma­sı­nı sağ­la­mış­tır. Yüz­bin­ler­ce ba­lık cin­si ye­ter­li ol­ma­mış, bu ba­lık­lar­la bir­lik­te di­ğer de­niz can­lı­la­rı­nı da oluş­tu­ra­rak de­ni­z al­tın­da ne­fes ke­si­ci ih­ti­şam­da bir or­tam mey­da­na ge­tir­miş­tir. Ar­dın­dan “te­sa­düf pu­tu” bir gün de­ni­z al­tın­da ya­şa­mın ye­ter­li ol­ma­dı­ğı­nı dü­şün­müş ve bir ba­lı­ğın de­niz­den ka­ra­ya çık­ma­sı için ge­rek­li alt­ya­pı­yı ha­zır­la­mış­tır. Te­sa­düf­ler sa­ye­sin­de ba­lı­ğın yüz­geç­le­ri ayak­la­ra dö­nüş­müş­tür ve ba­lık su­yun dı­şın­da so­lu­nu­mu­nu sağ­la­ya­bi­le­ce­ği ak­ci­ğer­le­re ka­vuş­muş­tur. Fa­kat bun­lar da bu­gün­kü can­lı çe­şit­li­li­ği­ni mey­da­na ge­ti­re­me­miş­tir ve “te­sa­düf”ler iş­le­ri­ne de­vam et­miş­ler­dir...

Ki­ta­bın iler­le­yen bö­lü­mün­de pek çok ör­ne­ği­ni gö­re­ce­ği­niz gi­bi, can­lı­lar ya­şam­la­rı­nı an­cak bir­çok or­gan­la­rı tam ve ek­sik­siz bi­çim­de var ol­du­ğun­da sür­dü­re­bil­mek­te­dir­ler. Ba­zı or­gan­la­rın ça­lış­ma­ma­sı can­lı­yı bir­kaç da­ki­ka­da ya da en faz­la bir­kaç gün­de öl­dü­rür. Fa­kat ev­rim­ci­le­rin id­di­ası­na gö­re “te­sa­düf pu­tu”, mil­yon­lar­ca yıl­lık bir sü­re için­de son de­re­ce şu­ur­lu, dik­kat­li, ha­ta­sız ve ku­sur­suz bir şe­kil­de can­lı­lar­la il­gi­li bü­tün de­tay­la­rı dü­şün­müş, ta­sar­la­mış ve oluş­tur­muş­tur.

Bu ör­nek­ler­den de an­la­şı­la­ca­ğı gi­bi, “te­sa­düf” ev­rim­ci­le­re gö­re öy­le bir put­tur ki, her is­te­di­ği­ni ya­pa­bi­lir, is­te­di­ği­ni anın­da şe­kil­len­di­re­bi­lir, bir hay­va­nı baş­ka bir hay­va­na dö­nüş­tü­re­bi­lir. Bü­tün bun­la­rı ya­par­ken de bü­tün can­lı­la­rın ve can­sız var­lık­la­rın renk­le­ri­ni, gö­rün­tü­le­ri­ni, tad­la­rı­nı ola­bi­le­cek en es­te­tik şe­kil­de ayar­lar. Mev­sim­le­ri­ne gö­re mey­ve­le­re vi­ta­min­le­ri yer­leş­ti­rir, on­la­rı su­lu ya da do­yu­ru­cu ni­te­lik­ler­de kı­lar. Her yer­de ko­ku­la­rı­nın ve tad­la­rı­nın ay­nı ol­ma­sı­nı sağ­lar. Te­sa­düf pu­tu to­hu­mun içi­ne bit­kiy­le il­gi­li bü­tün bil­gi­le­ri yer­leş­ti­re­cek bir il­me da­hi sa­hip­tir.

Bu­ra­ya ka­dar say­dık­la­rı­mız, ma­ter­ya­list ve ev­rim­ci zih­ni­ye­tin id­di­ala­rı­nın ge­nel man­tı­ğı­nı oluş­tur­mak­ta­dır. El­bet­te tüm bu ör­nek­le­rin ev­rim­ci­le­rin tek se­bep ola­rak gös­ter­dik­le­ri “te­sa­düf”le ger­çek­le­şe­me­ye­ce­ği akıl ve vic­dan sa­hi­bi her in­sa­nın he­men kav­ra­ya­bi­le­ce­ği bir ger­çek­tir. Şim­di şu­nu dü­şü­nün: Te­sa­düf­ler bi­ra­ra­ya ge­le­rek oto­ban yol­lar ya­pa­bi­lir­ler mi, ta­şı­ma şir­ket­le­ri ku­ra­rak bun­la­rın dü­zen­li iş­le­me­si­ni sağ­la­ya­bi­lir­ler mi? El­bet­te ki te­sa­dü­fen böy­le şey­le­rin or­ta­ya çık­ma­sı im­kan­sız­dır. Na­sıl ki bir ta­şı­ma şir­ke­ti te­sa­dü­fen ku­ru­la­mı­yor­sa, in­san vü­cu­dun­da­ki do­la­şım sis­te­mi de te­sa­dü­fen or­ta­ya çık­mış ola­maz. Na­sıl ki Eif­fel Ku­le­si’nin tüm çe­lik­le­ri­ni te­ker te­ker üre­ten, on­la­rı bel­li bü­yük­lük­ler­de ke­sen, ku­le­nin ta­sa­rı­mı­nı ya­pan, son­ra bu ta­sa­rı­ma uy­gun ola­rak par­ça­la­rı bir­leş­ti­ren, on­la­ra sağ­lam­lı­ğı­nı ve­ren bi­ri­le­ri var­sa, in­san ke­mik­le­ri­nin her bi­ri­ni ge­rek­li boy­lar­da ya­ra­tan, in­san vü­cu­du­nun ihtiyaçlarına uy­gun ola­rak hep­si­ni en iyi yer­le­re yer­leş­ti­ren, ke­mik­le­ri bir­leş­ti­re­rek sa­pa­sağ­lam bir is­ke­let ya­pan bir güç sa­hi­bi de var­dır. Bu, do­ğa­da­ki her tür­lü gü­cün üs­tün­de olan, her­şe­yi kap­sa­yan, ben­ze­ri ol­ma­yan bir güç­tür. İş­te bu gü­cün sa­hi­bi, gök­le­rin, ye­rin ve bu iki­si ara­sın­da­ki her­şe­yin Ya­ra­tı­cı­sı olan Allah’tır.

Bu­ra­ya ka­dar ya­pı­lan kar­şı­laş­tır­ma­la­rın ve ki­tap bo­yun­ca ve­ri­len ör­nek­le­rin tü­mü Allah’ın ev­ren­de ku­sur­suz­ca ya­rat­tı­ğı çe­şit­li­lik­ten sa­de­ce bir­kaç ör­nek­tir. Bu ör­nek­le­rin her bi­ri ken­di için­de çok de­tay­lı bil­gi­ler içer­mek­te­dir. Ör­ne­ğin, bu ki­tap­ta ke­le­bek­le­rin bir­kaç ge­nel özel­li­ğin­den bah­se­dil­mek­te­dir, an­cak sa­de­ce ke­le­be­ğin gö­zü üze­ri­ne ya­zıl­mış ve her bi­ri say­fa­lar do­lu­su olan ki­tap­lar var­dır. Bun­dan baş­ka çok çe­şit­li sa­yı­da ke­le­bek tür­le­ri, bu tür­le­rin her bi­ri­nin ken­di­le­ri­ne has özel­lik­le­ri var­dır. İn­san vü­cu­du­nun bu ki­tap­ta çok ge­nel ola­rak ele alı­nan bir­kaç özel­li­ği var­dır an­cak sa­de­ce ke­mik­ler ile il­gi­li cilt­ler do­lu­su ki­tap ve araş­tır­ma bu­lun­mak­ta­dır. İn­san gö­zü­nün tek bir si­ni­ri, bö­cek­le­rin ka­nat­la­rı, hat­ta bu ka­na­dı oluş­tu­ran mad­de­nin içe­ri­ği üze­ri­ne ya­zıl­mış say­fa­lar do­lu­su ki­tap­lar var­dır.

Tüm bun­lar Allah’ın var­lı­ğı­nın apa­çık de­lil­le­ri­dir. Allah’ın var­lı­ğı her ye­ri ku­şat­mış­tır ve ak­lı­nı kul­la­na­bi­len her in­san ya­ra­tı­lış­ta­ki ih­ti­şa­mı he­men gö­re­cek­tir. Her in­san ak­lı ve vic­da­nı öl­çü­sün­de Allah’ın bü­yük­lü­ğü­nü kav­ra­ya­bi­le­cek­tir. Allah’ın üs­tün kud­re­ti­ni, ni­ha­yet­siz sa­na­tı­nı kav­ra­ma­ya baş­la­yan in­sa­na dü­şen en önem­li gö­rev ise, gör­dü­ğü gü­zel­lik­le­rin ger­çek sa­hi­bi­ne yö­nel­mek ve yal­nız­ca Allah’ın hoş­nut ola­ca­ğı umulan şe­kil­de bir ya­şam sür­mek­tir.



İş­te Rab­bi­niz olan Allah bu­dur. O’ndan baş­ka ilah yok­tur. Her­şe­yin Ya­ra­tı­cı­sı­dır, öy­ley­se O’na kul­luk edin, O, her­şe­yin üs­tün­de bir ve­kil­dir. (En’am Su­re­si, 102)






YOK­LUK­TAN VAR­LI­ĞA:

BIG BANG

Çev­re­niz­de gör­dü­ğü­nüz her­şe­yin, ken­di be­de­ni­niz, için­de ya­şa­dı­ğı­nız ev, şu an­da otur­du­ğu­nuz kol­tuk, an­ne­niz, ba­ba­nız, ağaç­lar, kuş­lar, top­rak, mey­ve­ler, bit­ki­ler, kı­sa­ca­sı bü­tün can­lı­la­rın ve ak­lı­nı­za ge­le­bi­le­cek bü­tün mad­de­le­rin “Bü­yük Pat­la­ma” ile var olan atom­la­rın bi­ra­ra­ya gel­me­siy­le ha­yat bul­duk­la­rı­nı bi­li­yor muy­du­nuz? Bu pat­la­ma­nın ar­dın­dan ev­ren­de­ki ku­sur­suz dü­ze­nin oluş­tu­ğun­dan ha­ber­dar mıy­dı­nız? Pe­ki ne­dir bu “Bü­yük Pat­la­ma”?

Son yüz­yıl­da ge­liş­miş tek­no­lo­ji ile ger­çek­leş­ti­ri­len araş­tır­ma, göz­lem ve he­sap­la­ma­lar, ev­re­nin bir baş­lan­gı­cı ol­du­ğu­nu ke­sin ola­rak or­ta­ya koy­muş­tur. Bi­li­ma­dam­la­rı yap­tık­la­rı in­ce­le­me­ler so­nu­cun­da ev­re­nin sü­rek­li ola­rak “ge­niş­le­di­ği­ni” tes­bit et­miş­ler­dir. Ve ev­ren ge­niş­le­di­ği­ne gö­re, za­man için­de ge­ri­ye doğ­ru gi­dil­di­ğin­de ev­re­nin tek bir nok­ta­dan ge­niş­le­me­ye baş­la­dı­ğı so­nu­cu­na ulaş­mış­lar­dır. İş­te bu­gün bi­li­min ulaş­tı­ğı ger­çek, ev­re­nin bu tek nok­ta­nın pat­la­ma­sıy­la yok­tan var ol­du­ğu­dur. Bu pat­la­ma­ya “Big Bang” ya­ni “Bü­yük Pat­la­ma” adı ve­ril­miş­tir.

Bu­gün bi­lim çev­re­le­ri ta­ra­fın­dan ev­re­nin var oluş şek­li ola­rak ka­bul gö­ren Bü­yük Pat­la­ma’nın ar­dın­dan, son de­re­ce ku­sur­suz bir dü­ze­nin oluş­ma­sı ise as­lın­da hiç de sı­ra­dan kar­şı­la­na­bi­le­cek bir du­rum de­ğil­dir. Dü­şü­nün ki, yer­yü­zün­de bin­ler­ce çe­şit pat­la­ma olu­mak­ta ama hiç­bi­rin­de or­ta­ya bir dü­zen çık­ma­mak­ta­dır. Hep­si ola­nı boz­ma­ya, par­ça­la­ma­ya, yok et­me­ye yö­ne­lik ola­rak ger­çek­le­şir. Ör­ne­ğin; atom ve hid­ro­jen bom­ba­la­rı­nın pat­la­ma­sı, gi­ru­zu pat­la­ma­la­rı, vol­ka­nik pat­la­ma­lar, do­ğal­gaz pat­la­ma­sı, gü­neş­te mey­da­na ge­len pat­la­ma­lar; kı­sa­ca­sı ne tür pat­la­ma in­ce­le­nir­se in­ce­len­sin, et­ki­le­ri­nin hep yı­kı­cı ol­duk­la­rı gö­rü­le­cek­tir. Hiç­bir za­man bir pat­la­ma­nın ne­ti­ce­sin­de gö­rü­nüm ola­rak ya­pı­cı ve olum­lu bir so­nuç çık­maz. Ama gü­nü­müz tek­no­lo­ji­si ile or­ta­ya kon­muş olan bi­lim­sel so­nuç­la­ra gö­re Bü­yük Pat­la­ma yok­luk­tan var­lı­ğa, hem de çok dü­zen­li ve ahenk­li bir var­lı­ğa ge­çi­şe se­bep ol­muş­tur.

Şim­di de şöy­le bir ör­nek üze­rin­de dü­şü­ne­lim; ye­rin al­tın­da bir di­na­mit pat­lı­yor ve bu pat­la­ma­nın ar­dın­dan da oda­la­rıy­la, pen­ce­re­le­riy­le, ka­pı­la­rıy­la, mo­bil­ya­la­rıy­la dün­ya­nın en gör­kem­li sa­ra­yı mey­da­na ge­li­yor. Bu­na “te­sa­düf so­nu­cu oluş­tu” de­mek man­tık­lı bir yak­la­şım olur mu? Böy­le bir şey ken­di­li­ğin­den olu­şa­bi­lir mi? El­bet­te ki ha­yır!

Bü­yük Pat­la­ma’­nın ar­dın­dan olu­şan ka­inat ise el­bet­te dün­ya üze­rin­de­ki bir sa­ray­la kar­şı­laş­tır­ma da­hi ya­pı­la­ma­ya­cak ka­dar ih­ti­şam­lı, in­ce in­ce plan­lan­mış, gör­kem­li bir sis­tem­dir. Bu du­rum­da ev­re­nin ken­di ken­di­ne oluş­tu­ğu­nu id­dia et­mek son de­re­ce an­lam­sız ola­cak­tır. Ev­ren yok­ken bir­den­bi­re or­ta­ya çık­mış­tır. Bu da bi­ze mad­de­yi yok­tan var eden, onun her anı­nı kont­ro­lü al­tın­da bu­lun­du­ran son­suz bil­gi ve güç sa­hi­bi bir Ya­ra­tı­cı’nın var­lı­ğı­nı gös­te­rir. O Ya­ra­tı­cı üs­tün güç sa­hi­bi olan Allah’tır.



UZAY­DA­Kİ BÜ­YÜK­LÜK KAV­RA­MI

Ev­ren­de sa­yı­sız sis­tem iş­le­mek­te­dir. Allah, biz far­kın­da da­hi de­ğil­ken, ör­ne­ğin, ki­tap okur­ken, yü­rür­ken, uyur­ken tüm bu sis­tem­le­ri kont­ro­lü al­tın­da tu­tar. Allah in­san­la­rın Ken­di sı­nır­sız gü­cü­nü kav­ra­ya­bil­me­le­ri için ev­ren­de­ki dü­ze­ni sa­yı­sız de­tay­la bir­lik­te ya­rat­mış­tır. Allah Ku­ran’da in­san­la­ra hi­tap et­mek­te, ev­ren­de­ki dü­ze­nin ya­ra­tı­lış se­be­bi­ni “si­zin ger­çek­ten Allah’ın her­şe­ye güç ye­tir­di­ği­ni ve ge­rçek­ten Allah’ın il­miy­le her­şe­yi ku­şat­tı­ğı­nı bil­me­niz ve öğ­ren­me­niz için” (Ta­lak Su­re­si, 12) ifa­de et­mek­te­dir. Bu dü­zen öy­le­si­ne de­tay­lar içe­rir ki, in­san ne­re­den dü­şün­me­ye baş­la­ya­ca­ğı­nı şa­şı­rır.

Ör­ne­ğin, uza­yın uç­suz bu­cak­sız ol­du­ğun­dan her­kes ha­ber­dar­dır. An­cak bu­nun ger­çek an­lam­da na­sıl bir bü­yük­lük ol­du­ğu üze­rin­de dü­şün­me­ye baş­la­dı­ğı­mız­da tah­min ede­bi­le­ce­ği­miz­den çok da­ha fark­lı kav­ram­lar­la kar­şı­la­şı­rız. Gü­neş’in ça­pı, Dün­ya’nın ça­pı­nın 103 ka­tı ka­dar­dır. Bu­nu bir ben­zet­mey­le açık­la­ya­lım; eğer Dün­ya’yı bir mis­ket bü­yük­lü­ğü­ne ge­ti­rir­sek, Gü­neş de bil­di­ği­miz fut­bol top­la­rı­nın iki ka­tı ka­dar bü­yük­lük­te yu­var­lak bir kü­re ha­li­ne ge­lir. Bu­ra­da il­ginç olan, ara­da­ki me­sa­fe­dir. Ger­çek­le­re uy­gun bir mo­del kur­ma­mız için, mis­ket bü­yük­lü­ğün­de­ki Dün­ya ile top bü­yük­lü­ğün­de­ki Gü­neş’in ara­sı­nı yak­la­şık 280 met­re yap­ma­mız ge­re­kir. Gü­neş Sis­te­mi’nin en dı­şın­da bu­lu­nan ge­ze­gen­le­ri ise ki­lo­met­re­ler­ce öte­ye ta­şı­ma­mız ge­re­ke­cek­tir.

Bu ben­zet­mey­le Gü­neş Sis­te­mi’nin dev bir bo­yu­ta sa­hip ol­du­ğu­nu dü­şün­müş ola­bi­lir­si­niz. An­cak as­lın­da Gü­neş Sis­te­mi için­de bu­lun­du­ğu Sa­man­yo­lu Ga­lak­si­si­ne oran­la ol­duk­ça mü­te­va­zi bir bü­yük­lü­ğe sa­hip­tir. Çün­kü Sa­man­yo­lu Ga­lak­si­si­nin için­de, Gü­neş gi­bi ve ço­ğu on­dan da­ha bü­yük ol­mak üze­re yak­la­şık 250 mil­yar ta­ne yıl­dız var­dır.

Spi­ral şek­lin­de­ki bu ga­lak­si­nin kol­la­rı­nın bi­ri­sin­de, bi­zim Gü­ne­şi­miz yer al­mak­ta­dır. An­cak şa­şır­tı­cı olan, Sa­man­yo­lu Ga­lak­si­si­nin de uza­yın ge­ne­li dü­şü­nül­dü­ğün­de çok “kü­çük” bir yer olu­şu­dur. Çün­kü uzay­da baş­ka ga­lak­si­ler de var­dır, hem de tah­min­le­re gö­re, yak­la­şık 300 mil­yar ka­dar…

Ev­ren­de­ki gök ci­sim­le­ri­nin bo­yut­la­rı ve da­ğı­lım­la­rın­da­ki ih­ti­şam­dan ver­di­ği­miz bu bir­kaç ör­nek bi­le Allah’ın ya­rat­ma sa­na­tı­nın ben­zer­siz­li­ği­ni, O’nun ya­rat­ma­da hiç­bir or­ta­ğı­nın ol­ma­dı­ğı­nı, Allah’ın üs­tün bir güç sa­hi­bi ol­du­ğu­nu gös­ter­mek için ye­ter­li­dir. Allah in­san­la­rı bu ger­çek­ler üze­rin­de dü­şün­me­ye şöy­le ça­ğır­mak­ta­dır:



Ya­rat­mak ba­kı­mın­dan siz mi da­ha güç­sü­nüz, yok­sa gök mü? (Allah) Onu bi­na et­ti. Bo­yu­nu yük­selt­ti, ona bel­li bir düzen ver­di… (Naziat Suresi, 27-28)



GÜNEŞ SİS­TE­Mİ’N­DE­Kİ KU­SUR­SUZ DÜ­ZEN

Bu­lun­du­ğu­nuz me­kan­dan dı­şa­rı­ya çık­tı­ğı­nız­da gü­neş ışın­la­rı­nın yü­zü­nü­ze si­zi hiç ra­hat­sız et­me­den çarp­ma­sı­nı Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki ku­sur­suz dü­ze­ne borç­lu­su­nuz. Bi­ze sa­de­ce gü­zel bir sı­cak­lık­la ay­dın­lık ile­ten Gü­neş, as­lın­da kıp­kır­mı­zı gaz bu­lut­la­rın­dan olu­şan de­rin bir ku­yu gi­bi­dir. Kay­na­yan yü­ze­yin­den mil­yon­lar­ca ki­lo­met­re öte­ye fış­kı­ran dev alev gir­dap­la­rın­dan ve dip­ten yü­ze­ye doğ­ru yük­se­len dev hor­tum­lar­dan olu­şur. Bun­lar can­lı­lar için öl­dü­rü­cü­dür. An­cak Gü­neş’in bü­tün za­rar­lı, öl­dü­rü­cü ışın­la­rı bi­ze ulaş­ma­dan ön­ce at­mos­fer ve dün­ya­nın man­ye­tik ala­nı ta­ra­fın­dan sü­zü­lür. İş­te Dün­ya’nın ya­şa­na­bi­lir bir ge­ze­gen ol­ma­sı­nı sağ­la­yan, Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki ku­sur­suz dü­zen­dir.

Gü­neş Sis­te­mi’nin ya­pı­sı­nı in­ce­le­di­ği­miz­de son de­re­ce has­sas bir den­ge ile kar­şı­la­şı­rız. Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki ge­ze­gen­le­ri, sis­tem­den çı­ka­rak don­du­ru­cu so­ğuk­luk­ta­ki “dış uzay”a sav­rul­mak­tan ko­ru­yan et­ki, Gü­neş’in “çe­kim gü­cü” ile ge­ze­ge­nin “mer­kez-kaç kuv­ve­ti” ara­sın­da­ki den­ge­dir. Gü­neş sa­hip ol­du­ğu bü­yük çe­kim gü­cü ne­de­niy­le tüm ge­ze­gen­le­ri çe­ker, on­lar da dön­me­le­ri­nin ver­di­ği mer­kez-kaç kuv­ve­ti sa­ye­sin­de bu çe­kim­den kur­tu­lur. Ama eğer ge­ze­gen­le­rin dö­nüş hız­la­rı bi­raz da­ha ya­vaş ol­say­dı, o za­man bu ge­ze­gen­ler hız­la Gü­neş’e doğ­ru çe­ki­lir ve so­nun­da Gü­neş ta­ra­fın­dan bü­yük bir pat­la­may­la yu­tu­lur­lar­dı. Bu­nun ter­si de müm­kün­dür. Eğer ge­ze­gen­ler da­ha hız­lı dön­se­ler, bu se­fer de Gü­neş’in gü­cü on­la­rı tut­ma­ya yet­me­ye­cek ve ge­ze­gen­ler dış uza­ya sav­ru­la­cak­lar­dı. Oy­sa çok has­sas olan bu den­ge ku­sur­suz bir şe­kil­de ku­rul­muş­tur ve sis­tem bu den­ge­yi ko­ru­du­ğu için de­vam et­mek­te­dir.

Bu ara­da söz ko­nu­su den­ge­nin her ge­ze­gen için ay­rı ay­rı ku­rul­muş ol­du­ğu­na da dik­kat et­mek ge­re­kir. Çün­kü ge­ze­gen­le­rin Gü­neş’e olan uzak­lık­la­rı çok fark­lı­dır. Da­ha­sı, küt­le­le­ri çok fark­lı­dır. Bu ne­den­le, hep­si için ay­rı dö­nüş hız­la­rı­nın be­lir­len­me­si la­zım­dır ki, Gü­neş’e ya­pış­mak­tan ya da Gü­neş’ten uzak­la­şıp uza­ya sav­rul­mak­tan kur­tul­sun­lar.

Bun­lar Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki ih­ti­şam­lı den­ge­nin bir­kaç de­li­li­dir. Dev ge­ze­gen­le­ri ve tüm Gü­neş Sis­te­mi’ni dü­ze­ne so­kan ve de­vam­lı ol­ma­sı­nı sağ­la­yan den­ge­nin te­sa­dü­fen or­ta­ya çı­ka­ma­ya­ca­ğı akıl sa­hi­bi her in­sa­nın ko­lay­lık­la an­la­ya­bi­le­ce­ği bir ger­çek­tir. Bu dü­ze­nin in­ce in­ce he­sap­lan­dı­ğı çok açık­tır. Üs­tün bir güç sa­hi­bi olan Allah ev­ren­de ya­rat­tı­ğı ku­sur­suz de­tay­lar­la bi­ze her­şe­yin Ken­di kont­ro­lü al­tın­da ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir.

Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki ola­ğa­nüs­tü has­sas den­ge­yi keş­fe­den Kep­ler, Ga­li­lei gi­bi ast­ro­nom­lar, bu sis­te­min çok açık şekilde yaratılışı gös­ter­di­ği­ni ve Allah’ın tüm ev­re­ne olan ha­ki­mi­ye­ti­nin is­pa­tı ol­du­ğu­nu pek çok ke­re­ler be­lirt­miş­ler­dir. Allah her­şe­yi son­suz il­miy­le yaratır ve düzen­ler. Allah üs­tün güç sahibi olan­dır.



BEN­ZE­Rİ OL­MA­YAN GE­ZE­GEN: DÜN­YA

Bir in­sa­nın ya­şa­ma­sı için ne­ler ge­rek­li­dir, bir dü­şü­nün. Su, Gü­neş, ok­si­jen, at­mos­fer, bit­ki­ler, hay­van­lar… Şu an­da ak­lı­nı­za ge­len ve gel­me­yen her tür­lü de­tay, her tür­lü şart Dün­ya üze­rin­de do­ğal ola­rak mev­cut­tur. Üs­te­lik si­zin ak­lı­nı­za ge­len­ler Dün­ya’da can­lı ya­şa­mı­nın var ola­bil­me­si için sağ­lan­mış olan şart­lar­dan çok yü­zey­sel bir­kaç de­tay ola­cak­tır. An­cak bi­raz da­ha de­rin­le­me­si­ne in­ce­len­di­ğin­de, tüm ha­ya­ti ih­ti­yaç­la­rın çok sa­yı­da bir­bi­ri­ne bağ­lı de­ta­yı ol­du­ğu gö­rü­le­cek­tir. İş­te bu de­tay­la­rın da her bi­ri Dün­ya’da ek­sik­siz bir bi­çim­de mev­cut­tur. Dün­ya’da­ki her­şey, can­lı­lar, bit­ki­ler, gök­yü­zü, de­niz­ler en gü­zel ha­liy­le ve tam ola­rak in­sa­nın ya­şa­ma­sı­na el­ve­riş­li şe­kil­de ya­ra­tıl­mış­tır. Dün­ya’nın ya­nı­sı­ra Gü­neş Sis­te­mi için­de baş­ka ge­ze­gen­ler de var­dır, an­cak bü­tün bun­la­rın ara­sın­da can­lı ya­şa­mı­na uy­gun olan tek ge­ze­gen Dün­ya’dır. Dün­ya’nın Gü­neş’e olan uzak­lı­ğı, ken­di et­ra­fın­da­ki dö­nüş hı­zı, ek­se­ni­nin eği­mi, yer­yü­zü şe­kil­le­ri­nin var­lı­ğı gi­bi bir­bi­rin­den ba­ğım­sız pek çok et­ken, ge­ze­ge­ni­mi­zin ya­şa­ma uy­gun bir bi­çim­de ısın­ma­sı­nı ve ısı­nın Dün­ya’ya den­ge­li bir bi­çim­de ya­yıl­ma­sı­nı sağ­lar. Dün­ya’nın at­mos­fe­ri­nin ya­pı­sı, Dün­ya’nın bü­yük­lü­ğü de tam ol­ma­sı ge­rek­ti­ği gi­bi­dir. Gü­neş’ten bi­ze ula­şan ışık, iç­ti­ği­miz su, ye­di­ği­miz be­sin­ler bi­zim ya­şa­mı­mız için ola­ğa­nüs­tü de­re­ce­de uy­gun­dur.

Kı­sa­ca­sı Dün­ya hak­kın­da yap­tı­ğı­mız her tür­lü in­ce­le­me biz­le­re Dün­ya’nın in­san ya­şa­mı için özel ola­rak ta­sar­lan­mış ol­du­ğu­nu gös­te­re­cek­tir. Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki di­ğer ge­ze­gen­ler ara­sın­da Dün­ya’ya en ya­kın özel­lik­le­re sa­hip olan Mars bi­le Dün­ya ile as­la kı­yas­la­na­ma­ya­cak ka­dar ku­ru ve ölü bir ka­ya yı­ğı­nı­dır. Dün­ya’da­ki ya­şa­ma uy­gun ko­şul­la­rın özel ola­rak ta­sar­lan­mış ol­du­ğu­nun gö­rül­me­si için di­ğer ge­ze­gen­le­rin ge­nel ya­pı­sı­na şöy­le bir bak­mak ye­ter­li ola­cak­tır. Sık sık gün­de­me ge­len ge­ze­gen­ler­den bi­ri olan Mars’ı ele ala­lım. Mars’ın at­mos­fe­ri yo­ğun kar­bon­di­ok­sit içe­ren ze­hir­li bir ka­rı­şım­dır. Ge­ze­ge­nin üze­rin­de hiç su yok­tur. Yan­da­ki kü­çük re­sim­de de gö­rül­dü­ğü gi­bi Mars’ın yü­ze­yin­de bü­yük gök­taş­la­rı­nın çarp­ma­sıy­la mey­da­na ge­len dev kra­ter­ler dik­kat çe­ker. Ge­ze­gen­de çok kuv­vet­li rüz­gar­lar ve ay­lar­ca sü­ren kum fır­tı­na­la­rı hü­küm sü­rer. Isı –53 de­re­ce ci­va­rın­da­dır. Mars bu özel­lik­le­riy­le can­lı ya­şa­mı­nın müm­kün ol­ma­dı­ğı, tam an­la­mıy­la ölü bir ge­ze­gen­dir. Bu kar­şı­laş­tır­ma da­hi Dün­ya’yı ya­şa­na­bi­lir ya­pan özel­lik­le­rin ne ka­dar bü­yük bir ni­met ol­du­ğu­nu an­la­mak için ye­ter­li­dir.

Tüm ev­re­ni, yıl­dız­la­rı, ge­ze­gen­le­ri, dağ­la­rı ve de­niz­le­ri ku­sur­suz­ca ya­ra­tan, in­sa­na ve tüm can­lı­la­ra ha­yat ve­ren, her­şe­yi yok­tan var et­me­ye güç ye­ti­ren, ya­rat­tık­la­rı­nı in­sa­nın em­ri­ne ve­ren, son­suz güç ve kud­ret sa­hi­bi olan Allah’tır. İçin­de ya­şa­dı­ğı Dün­ya’da­ki ih­ti­şam­lı ya­pı­yı gö­ren her in­sa­na dü­şen he­men Allah’a yö­nel­mek, tüm ya­şa­mı­nın­da Allah’ın rı­za­sı­na uy­gun dav­ra­nış­lar­da bu­lu­nmak; O’nun ya­rat­tık­la­rı­na, ver­di­ği ni­met­le­re şük­ret­mek, bü­tün bu gü­zel­lik­le­ri ve­ren Allah’a ya­kın ol­mak, O’nu dost ve ve­kil edin­mek­tir. Bü­tün bun­la­rın sa­hi­bi olan Allah ham­de la­yık olan­dır.



AT­MOS­FE­RİN ÖZEL YA­PI­SI

Ne­fes al­mak si­zin için sa­de­ce ha­va­yı içi­ni­ze çek­mek ve son­ra ne­fes ve­re­rek dı­şa­rı bı­rak­mak­tan iba­ret ola­bi­lir, an­cak ger­çek­te bu iş­lem için her yön­den ku­sur­suz bir dü­zen ku­rul­muş­tur. Öy­le ki, in­sa­nın ne­fes al­mak için en ufak bir ça­ba gös­ter­me­si­ne da­hi ge­rek yok­tur. Hat­ta bu ko­nu ço­ğu kim­se­nin ak­lı­na bi­le gel­me­miş­tir. Her in­san doğ­du­ğu an­dan öle­ne ka­dar hiç dur­ma­dan ne­fes alır. Çün­kü hem dış çev­re­sin­de­ki hem de ken­di be­de­nin­de­ki bü­tün şart­ları Allah ra­hat ne­fes ala­bi­le­ce­ği şe­kil­de ya­ra­tmış­tır.

Her­şey­den ön­ce in­sa­nın ne­fes ala­bil­me­si için at­mos­fer­de­ki gaz­la­rın den­ge­si­nin çok iyi ayar­lan­mış ol­ma­sı şart­tır. Bu den­ge­de ufak gi­bi gö­rü­nen de­ği­şik­lik­le­rin ol­ma­sı in­sa­nın ölü­mü­ne ka­dar va­ra­bi­len teh­li­ke­li so­nuç­lar do­ğu­ra­bi­lir. Za­ten bu tarz ak­sak­lık­lar hiç­bir za­man baş gös­ter­mez. Çün­kü at­mos­fer ya­şam için ge­rek­li son de­re­ce özel şart­lar bi­ra­ra­ya ge­ti­ri­le­rek ta­sar­lan­mış ola­ğa­nüs­tü bir ka­rı­şım­dır ve ku­sur­suz iş­le­mek­te­dir.

Dün­ya at­mos­fe­ri, % 77 azot, % 21 ok­si­jen ve %1 ora­nın­da kar­bon­di­ok­sit ve ar­gon gi­bi di­ğer gaz­la­rın ka­rı­şı­mın­dan olu­şur. Ön­ce­lik­le bu gaz­la­rın en önem­li­si ile, ya­ni ok­si­jen­le baş­la­ya­lım. Ok­si­jen çok önem­li­dir, çün­kü can­lı­lar ener­ji el­de et­mek için ok­si­je­ne ih­ti­yaç du­yar. Ok­si­jen el­de et­mek için de so­lu­num ya­par­lar. So­lu­du­ğu­muz ha­va­da­ki ok­si­jen ora­nı ise, son de­re­ce has­sas den­ge­ler­le tes­pit edil­miş­tir.

At­mos­fer­de­ki ok­si­jen ora­nı­nın den­ge­de kal­ma­sı da, mü­kem­mel bir “ge­ri dö­nü­şüm” sis­te­mi sa­ye­sin­de ger­çek­le­şir. İn­san­lar ve hay­van­lar de­vam­lı ola­rak ok­si­jen tü­ke­tir­ler ve ken­di­le­ri için ze­hir­li olan kar­bon­di­ok­si­ti üre­tir­ler. Bit­ki­ler ise bu iş­le­min tam ter­si­ni ger­çek­leş­ti­rir ve kar­bon­di­ok­si­ti ok­si­je­ne çe­vi­re­rek can­lı­lı­ğın de­va­mı­nı sağ­lar­lar. Her gün bit­ki­ler ta­ra­fın­dan mil­yar­lar­ca ton ok­si­jen bu şe­kil­de üre­ti­le­rek at­mos­fe­re sa­lı­nır.

Eğer bit­ki­ler de in­san­lar ve hay­van­lar­la ay­nı re­ak­si­yo­nu ger­çek­leş­tir­se­ler­di, Dün­ya çok kı­sa sü­re­de ya­şa­nıl­maz bir ge­ze­ge­ne dö­nü­şür­dü. Ör­ne­ğin, hem hay­van­lar hem de bit­ki­ler ok­si­jen üret­se­ler­di, at­mos­fer kı­sa sü­re­de “ya­nı­cı” bir özel­lik ka­za­nır ve en ufak bir kı­vıl­cım dev yan­gın­lar çı­ka­rır­dı. So­nun­da da Dün­ya bü­yük bir pat­la­may­la ya­na­rak kav­ru­lur­du. Öte yan­dan, eğer hem bit­ki­ler hem de hay­van­lar kar­bon­di­ok­sit üret­se­ler­di, bu kez at­mos­fer­de­ki ok­si­jen hız­la tü­ke­nir ve bir sü­re son­ra can­lı­lar ne­fes al­ma­la­rı­na rağ­men “bo­ğu­la­rak” top­lu hal­de öl­me­ye baş­lar­lar­dı.

Bü­tün bun­lar Dün­ya at­mos­fe­ri­ni in­san ya­şa­mı için özel ola­rak Allah’ın ya­rat­tı­ğı­nı gös­ter­mek­te­dir. Ev­ren ba­şı­boş bir me­kan de­ğil­dir. Her de­ta­yıy­la plan­lan­mış ve üs­tün güç sa­hi­bi olan Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış­tır.




DAĞ­LA­RIN YER­KA­BU­ĞU­NU

SAĞ­LAM­LAŞ­TIR­MA ÖZEL­LİK­LE­Rİ

Şu an­da üze­rin­de yü­rü­dü­ğü­nüz, gü­ven­le ev­le­ri­ni­zi kur­du­ğu­nuz yer­ka­bu­ğu as­lın­da ken­di­sin­den da­ha yo­ğun olan ve “man­to” adı ve­ri­len ta­ba­ka üze­rin­de ade­ta yü­zer gi­bi ha­re­ket et­mek­te­dir. Eğer bu ha­re­ke­ti kont­rol al­tın­da tu­ta­cak bir sis­tem ol­ma­say­dı, yer­yü­zün­de sü­rek­li sar­sıl­ma­lar, dep­rem­ler olur­du ve Dün­ya ya­şan­ma­ya­cak bir yer ha­li­ne ge­lir­di. An­cak dağ­lar ve dağ­la­rın ye­rin al­tın­da bu­lu­nan uzan­tı­la­rı ye­rin ha­re­ket­le­ri­ni, do­la­yı­sıy­la sar­sın­tı­la­rı ol­duk­ça azal­tır.

Dağ­lar, yer­yü­zü ka­bu­ğu­nu oluş­tu­ran çok bü­yük ta­ba­ka­la­rın ha­re­ket­le­ri ve çar­pış­ma­la­rı so­nu­cun­da mey­da­na ge­lir. Ha­re­ket eden iki ta­ba­ka çar­pış­tı­ğı za­man da­ha da­ya­nık­lı ola­nı öte­ki­nin al­tı­na gi­rer. Üst­te ka­lan ta­ba­ka kıv­rı­la­rak yük­se­lir ve dağ­la­rı mey­da­na ge­ti­rir. Alt­ta ka­lan ta­ba­ka ise ye­ral­tın­da iler­le­ye­rek aşa­ğı­ya doğ­ru de­rin bir uzan­tı mey­da­na ge­ti­rir. Ya­ni dağ­la­rın yer­yü­zün­de gör­dü­ğü­müz küt­le­le­ri ka­dar, ye­ral­tı­na doğ­ru iler­le­yen de­rin uzan­tı­la­rı da var­dır. Ya­ni dağ­lar man­to de­nen ta­ba­ka­ya de­rin­le­me­si­ne sap­lan­mak­ta­dır.

Bu özel­lik­le­ri sa­ye­sin­de dağ­lar, yer­yü­zü ta­ba­ka­la­rı­nın bir­le­şim nok­ta­la­rın­da yer üs­tü­ne ve ye­ral­tı­na doğ­ru uza­na­rak bu ta­ba­ka­la­rı bir­bi­ri­ne per­çin­ler. Bu şe­kil­de, yer­ka­bu­ğu­nu sa­bit­le­ye­rek mağ­ma ta­ba­ka­sı üze­rin­de ya da ken­di ta­ba­ka­la­rı ara­sın­da kay­ma­sı­nı en­gel­ler. Kı­sa­ca­sı dağ­la­rı, tah­ta­la­rı bi­ra­ra­da tu­tan çi­vi­le­re ben­ze­te­bi­li­riz. Dağ­la­rın bu per­çin­le­me özel­li­ği, son de­re­ce ha­re­ket­li bir ya­pı­sı olan yer­ka­bu­ğu­nu ade­ta sa­bit­le­ye­rek sar­sın­tı­la­rı bü­yük öl­çü­de en­gel­ler.

Son de­re­ce ih­ti­şam­lı bir gö­rün­tü­ye sa­hip olan dağ­la­rın var­lı­ğı yer­yü­zün­de­ki baş­ka den­ge­le­rin sağ­lan­ma­sı ba­kı­mın­dan da son de­re­ce önem­li­dir. Özel­lik­le ısı­nın den­ge­li bir bi­çim­de da­ğı­lı­mın­da dağ­lar önem­li bir fak­tör­dür.

Dün­ya’nın ek­va­to­ru ile ku­tup­la­rı ara­sın­da yak­la­şık 100°C’lik bir ısı far­kı var­dır. Eğer böy­le bir ısı far­kı faz­la en­ge­be­si ol­ma­yan bir yü­zey­de ger­çek­leş­miş ol­say­dı, hı­zı sa­at­te 1000 km’ye va­ran fır­tı­na­lar Dün­ya’yı al­lak bul­lak eder­di. Oy­sa yer­yü­zün­de, ısı far­kın­dan do­la­yı or­ta­ya çık­ma­sı muh­te­mel kuv­vet­li ha­va akım­la­rı­nı blo­ke ede­cek en­ge­be­ler var­dır. Bu en­ge­be­ler, ya­ni sı­ra­dağ­lar, Çin’de Hi­ma­la­ya­lar’la baş­lar, Ana­do­lu’da To­ros­lar’la de­vam eder ve Av­ru­pa’da Alp­ler’e ka­dar sı­ra­dağ­lar ha­lin­de uza­na­rak ba­tı­da At­las Ok­ya­nu­su, do­ğu­da Bü­yük Ok­ya­nus’la bir­le­şir.

Yer­yü­zün­de­ki bü­tün de­tay­lar­da ol­du­ğu gi­bi dağ­lar­da da te­cel­li eden Allah’ın son­suz sa­na­tı­dır. Ya­şa­dı­ğı­mız Dün­ya’yı bi­zim için ku­sur­suz bir bi­çim­de Allah ya­rat­mış­tır. İn­sa­na dü­şen ise dün­ya üze­rin­de bu ih­ti­şam­lı ya­pı­la­rı gö­re­rek, Allah’a kul­luk et­me­yi ha­ya­tı­nın en önem­li ger­çe­ği ola­rak ka­bul et­me­si ve sa­de­ce bu­nun için ça­lış­ma­sıdır. Çün­kü in­san sayısız nimete muh­taç­tır ama Allah hiç­bir şeye ih­tiyacı ol­mayan­dır.



OK­YA­NUS­LA­RIN SAĞ­LA­DI­ĞI DEN­GE­LER

Yağ­mur­lar, de­niz­ler, ne­hir­ler, akar­su­lar, ok­ya­nus­lar, mus­lu­ğu aç­tı­ğı­nız­da akan içi­le­bi­lir su… İn­san­lar su­yun var­lı­ğı­na o ka­dar alı­şık­tır­lar ki, yer­yü­zü­nün bü­yük bö­lü­mü­nün su­lar­la kap­lı ol­ma­sı­nın öne­mi­ni bel­ki de hiç dü­şün­mez­ler. An­cak bi­li­nen bü­tün gök­ci­sim­le­ri­nin için­de yal­nız­ca Dün­ya’da su­yun bu­lu­nu­yor ol­ma­sı, üs­te­lik de bu su­la­rın içi­le­bi­lir ni­te­lik­te ol­ma­sı son de­re­ce önem­li bir ko­nu­dur.

Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki di­ğer 63 gök cis­min­den hiç­bi­rin­de ya­şa­mın te­mel şar­tı olan su bu­lun­maz. Oy­sa Dün­ya yü­ze­yi­nin dört­te üçü suy­la kap­lı­dır. Ok­ya­nus­lar gi­bi bü­yük su küt­le­le­ri­nin ya­nı­sı­ra, ne­hir­ler, kü­çük göl­ler gi­bi bü­yük­lük­le­ri ve özel­lik­le­ri de bir­bi­rin­den fark­lı olan su­lar var­dır. Bü­tün su­lar içi­le­mez şe­kil­de tuz­lu ya da bü­tün su­lar tat­lı de­ğil­dir. Dün­ya üze­rin­de bü­tün can­lı­la­rın ih­ti­yaç­la­rı­na gö­re dü­zen­len­miş ku­sur­suz bir su den­ge­si var­dır.

Yer­yü­zün­de­ki mil­yon­lar­ca çe­şit can­lı su sa­ye­sin­de ha­yat­la­rı­nı sür­dü­rür, ya­şam için ge­rek­li olan den­ge­ler de su­yun var­lı­ğı sa­ye­sin­de de­vam­lı­lı­ğı­nı ko­rur. Ör­ne­ğin, bü­yük su küt­le­le­rin­de­ki bu­har­laş­ma sa­ye­sin­de bu­lut­lar ve yağ­mur­lar olu­şur. Su­yun ısı­yı çek­me ve tu­ta­bil­me ka­pa­si­te­si yük­sek­tir. Bu sa­ye­de ok­ya­nus­lar­da­ki ve de­niz­ler­de­ki bü­yük su küt­le­le­ri, Dün­ya’nın ısı­sı­nın den­ge­len­me­si­ni sağ­lar. Bu ne­den­le de­ni­ze ya­kın böl­ge­ler­de ge­ce ve gün­düz ara­sın­da­ki ısı fark­lı­lık­la­rı çok az­dır. Bu da bu böl­ge­le­ri da­ha ya­şa­na­bi­lir ha­le ge­ti­rir.

Yan say­fa­da sağ üst kö­şe­de kuş ba­kı­şı res­mi gö­rü­len ok­ya­nus­la­rın var­lı­ğı son de­re­ce önem­li­dir. Çün­kü ok­ya­nus­lar gü­neş ışın­la­rı­nı ka­ra­dan da­ha az yan­sı­tır, böy­le­ce ka­ra­lar­dan da­ha faz­la gü­neş ener­ji­si alır, ama bu ısı­yı ken­di için­de ka­ra­la­ra gö­re da­ha den­ge­li bi­çim­de da­ğı­tır­lar. Bu sa­ye­de ok­ya­nus­lar da­ha sı­cak olan ek­va­tor böl­ge­le­ri­ni se­rin­le­te­rek aşı­rı sı­cak ol­ma­la­rı­nı, ku­tup böl­ge­le­ri­nin so­ğuk su­la­rı­nı da ısı­ta­rak aşı­rı so­ğuk ol­ma­la­rı­nı ve bu­nun so­nu­cun­da da ta­ma­men don­ma­la­rı­nı en­gel­ler. Ay­rı­ca ok­ya­nus­lar kar­bon­di­ok­si­din çö­zün­dü­ğü kim­ya­sal de­po­lar gi­bi­dir.

Su­yun şef­faf­lı­ğı sa­ye­sin­de su yo­sun­la­rı ok­ya­nus yü­ze­yi­nin al­tın­da fo­to­sen­tez ya­pa­bi­lir­ler. Su, don­du­ğu za­man ge­niş­le­yen çok az sa­yı­da­ki mad­de­den bi­ri­dir, onun bu özel­li­ği sa­ye­sin­de­dir ki ok­ya­nus­lar ve göl­ler alt­tan yu­ka­rı­ya doğ­ru don­maz.

Bu­ra­da yal­nız­ca bir­kaç ta­ne ör­ne­ği ve­ril­miş olan su­yun tüm fi­zik­sel ve kim­ya­sal özel­lik­le­ri, bu sı­vı­nın in­san ya­şa­mı için özel ola­rak ya­ra­tıl­mış ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir. Baş­ka hiç­bir ge­ze­gen­de böy­le bir su küt­le­si­nin ol­ma­ma­sı, bu­nun sa­de­ce Dün­ya üze­rin­de bu­lun­ma­sı el­bet­te ki bir te­sa­düf de­ğil­dir. İn­san ya­şa­mı için özel ola­rak ya­ra­tıl­mış olan Dün­ya, yi­ne özel ola­rak ya­ra­tıl­mış olan suy­la can­lan­dı­rıl­mış­tır. Kul­la­rı için sa­yı­sız ni­me­ti ya­ra­tan, on­la­rın ra­hat­lık­la ya­şam sür­me­le­ri­ni sağ­la­yan Allah, su­yu da eş­siz bir sa­nat ve in­celik­le var et­miş­tir.



Sizin için gök­ten su in­diren O’dur… (Nahl Suresi, 10)



SU VE BİT­Kİ­LER ARA­SIN­DA­Kİ UYUM

Çi­men­ler­den yük­sek ağaç­la­ra ve çe­şit çe­şit çi­çek­le­re ka­dar bü­tün bit­ki­ler top­rak­tan al­dık­la­rı su­yu ve be­sin­le­ri en uç­ta­ki dal­la­rı­na, en kü­çü­ğün­den en bü­yü­ğü­ne ka­dar bü­tün yap­rak­la­rı­na ulaş­tı­ra­bi­lir­ler. An­cak ta­şı­ma iş­le­mi sa­de­ce bit­ki­ler­de­ki sis­tem­ler sa­ye­sin­de ger­çek­leş­mez. Bu ta­şı­ma­nın ger­çek­le­şe­bil­me­si için ay­nı za­man­da su­yun özel­lik­le­ri­nin de bit­ki­le­rin ya­pı­sı ile uyum­lu ol­ma­sı ge­rek­mek­te­dir.

Su­yun ge­nel ya­pı­sı­nı in­ce­le­ye­rek bu uyu­mu gö­re­lim.

Yer­yü­zün­de­ki can­lı­la­rın var­lı­ğı­nı de­vam et­ti­re­bil­me­si için mut­la­ka ge­rek­li olan su, her özel­li­ği ile özel ola­rak ta­sar­la­nıp ya­ra­tıl­mış ol­du­ğu açık olan bir mad­de­dir. Su­yun önem­li özel­lik­le­rin­den bir ta­ne­si de yük­sek yü­zey ge­ri­li­mi­ne sa­hip ol­ma­sı­dır. Yü­zey ge­ri­li­mi, sı­vı­yı oluş­tu­ran mo­le­kül­le­rin bir­bir­le­ri­ni çek­me­le­riy­le olu­şur. Bu sa­ye­de bir su ka­bı, ken­di yük­sek­li­ğin­den bi­raz da­ha yük­sek bir su küt­le­si­ni ta­şır­ma­dan ta­şı­ya­bi­lir. Ya da me­tal bir iğ­ne su­yun üze­ri­ne dik­kat­li bir bi­çim­de ya­tay ola­rak kon­du­ğun­da, bat­ma­dan yü­ze­bi­lir.

Su­yun yü­zey ge­ri­li­mi, bi­li­nen di­ğer sı­vı­la­rın he­men hep­sin­den da­ha yük­sek­tir ve bu­nun yer­yü­zün­de çok önem­li ba­zı bi­yo­lo­jik et­ki­le­ri var­dır. Bit­ki­ler­de­ki et­ki, bun­la­rın ba­şın­da ge­lir.

Bit­ki­ler, su­yun yü­zey ge­ri­li­mi sa­ye­sin­de her­han­gi bir pom­pa­ya, kas sis­tem­ine vs. sa­hip ol­mak­sı­zın top­ra­ğın de­rin­lik­le­rin­de­ki su­yu met­re­ler­ce yu­ka­rı ta­şı­ya­bi­lir­ler. Bi­lin­di­ği gi­bi, apart­man­lar­da su­yun üst kat­la­ra ulaş­tı­rıl­ma­sı için son de­re­ce komp­li­ke bir sis­tem olan hid­ro­for sis­te­mi kul­la­nı­lır. An­cak bit­ki­ler­de böy­le bir sis­tem yok­tur. Su, bit­ki­nin en uç nok­ta­sı­na ka­dar yü­zey ge­ri­li­mi sa­ye­sin­de ula­şır. Bit­ki­le­rin kök­le­rin­de­ki ve da­mar­la­rın­da­ki ka­nal­lar, su­yun yü­zey ge­ri­li­min­den ya­rar­la­na­cak şe­kil­de ta­sar­lan­mış­lar­dır. Yu­ka­rı doğ­ru gi­dil­dik­çe da­ra­lan bu ka­nal­lar, su­yun yu­ka­rı doğ­ru “tır­man­ma­sı­na” ne­den olur. Eğer su­yun yü­zey ge­ri­li­mi di­ğer sı­vı­la­rın ço­ğu gi­bi dü­şük dü­zey­de ol­say­dı, ge­niş ka­ra­sal bit­ki­le­rin ya­şa­ma­sı im­kan­sız ha­le ge­lir­di. Bu da yer­yü­zün­de­ki bü­tün can­lı­la­rı olum­suz et­ki­ler­di. An­cak hem su­yun hem de bit­ki­le­rin ku­sur­suz ya­ra­tı­lı­şı sa­ye­sin­de böy­le prob­lem­ler or­ta­ya çık­maz.

Su­yun yük­sek yü­zey ge­ri­li­mi ile bit­ki­le­rin bu özel­lik­ten ya­rar­la­nan ya­pı­sı ara­sın­da­ki uyum Allah’ın ya­ra­tı­şın­da­ki ku­sur­suz­lu­ğu gös­ter­mek­te­dir. Bü­tün bun­lar ta­bi­atın ve can­lı­la­rın te­sa­düf­ler so­nu­cun­da oluş­ma­dı­ğı­nı, Allah ta­ra­fın­dan ku­sur­suz­ca ya­ra­tıl­mış ol­du­ğu­nu gös­te­ren önem­li de­lil­ler­den­dir.



KAR TA­NE­LE­RİN­DE­Kİ DÜZEN

Kar ta­ne­le­ri­ni çıp­lak göz­le in­ce­le­yen ki­şi çok çe­şit­li bi­çim­le­re sa­hip ol­duk­la­rı­nı gö­re­cek­tir. Bir met­re küp kar­da 350 mil­yon ta­ne kar ta­ne­ci­ği bu­lun­du­ğu tah­min edil­mek­te­dir. Bun­la­rın hep­si al­tı­gen ve kris­ta­lim­si bir ya­pı­da­dır, an­cak her bi­ri fark­lı şe­kil­le­re sa­hip­tir. Bu şe­kil­le­rin na­sıl or­ta­ya çık­tı­ğı, na­sıl olup da her bi­ri­nin fark­lı şe­kil­le­ri­nin ol­du­ğu, si­met­ri­nin na­sıl sağ­lan­dı­ğı gi­bi so­ru­la­rın ce­vap­la­rı bi­li­ma­dam­la­rı ta­ra­fın­dan yıl­lar­dır araş­tı­rıl­mak­ta­dır. El­de edi­len her bil­gi ise kar ta­ne­le­ri­nde­ki ih­ti­şam­lı sa­na­tı or­ta­ya çı­kar­mak­ta­dır. Kar ta­ne­le­ri­nin al­tı­gen ya­pı­la­rın­da­ki çe­şit­li­lik ve ku­sur­suz­luk Allah’ın Be­di (ör­nek­siz ya­ra­tan) sı­fa­tı­nın bir te­cel­li­si­dir. Allah ya­rat­tı­ğı her­şe­yi en gü­zel ya­pan­dır. Kar ta­ne­le­ri­nin olu­şum­la­rı in­ce­len­di­ğin­de Allah’ın son­suz sa­na­tı­nın fark­lı bir yö­nü göz­ler önü­ne se­ril­mek­te­dir.

İn­ce ve kü­çük ta­ba­ka­lar, çok dal­lı yıl­dız­lar ya da kü­çük iğ­ne baş­la­rı­na ben­zer şe­kil­ler­de­ki kar ta­ne­cik­le­ri­nin olu­şu­mu ta­ma­men hay­ret uyan­dı­rı­cı­dır.1 Kar kris­tal­le­ri­nin ku­sur­suz dü­zen­de­ki ya­pı­la­rı çok uzun yıl­lar­dır in­san­la­rın il­gi­si­ni çek­mek­te­dir. Kris­tal­le­re son bi­çi­mi­ni ve­ren et­men­le­rin ne­ler ol­du­ğu ko­nu­sun­da 1945’ten be­ri araş­tır­ma­lar ya­pıl­mak­ta­dır. Bir kar ta­ne­si iki yüz­den faz­la buz kris­ta­lin­den olu­şan bir kris­tal­ler kü­me­si­dir. Kar kris­tal­le­ri ger­çek­te mü­kem­mel bir dü­zen için­de şe­kil­len­miş su mo­le­kül­le­rin­den olu­şur. Mi­ma­ri şa­he­ser ola­rak ni­te­len­di­ri­le­bi­le­cek kar kris­tal­le­ri su bu­ha­rı­nın bu­lut­lar­dan ge­çer­ken so­ğu­ma­sıy­la şe­kil­le­nir. Bu olay şöy­le ger­çek­le­şir:

Su bu­ha­rı­nın için­de dü­zen­siz bir bi­çim­de her ya­na da­ğıl­mış olan su mo­le­kül­le­ri bu­lut­lar­dan ge­çer­ken sı­cak­lı­ğın düş­me­si ile bir­lik­te ha­re­ket­li­lik­le­ri­ni kay­be­der­ler. Da­ha az ha­re­ket eden su mo­le­kül­le­ri bir sü­re son­ra grup­laş­ma­ya baş­lar ve so­nuç­ta ka­tı bir bi­çim alır­lar. An­cak grup­laş­ma­la­rın­da ke­sin­lik­le bir dü­zen­siz­lik yok­tur, tam ter­si­ne her za­man bir­bi­ri­ne ben­ze­yen mik­ros­ko­bik al­tı­gen­ler ola­rak bir­le­şir­ler. Her kar ta­ne­si ön­ce­le­ri tek al­tı­gen su mo­le­kü­lün­den olu­şur, da­ha son­ra di­ğer al­tı­gen su mo­le­kül­le­ri de ge­lip bu ilk par­ça­nın üs­tü­ne ek­le­nir. Ko­nu­nun uz­man­la­rı­na gö­re bir kris­ta­lin şek­li­ni be­lir­le­yen te­mel özel­lik bu al­tı­gen su mo­le­kül­le­ri­nin tıp­kı bir zin­ci­rin hal­ka­la­rı gi­bi bir­bir­le­ri­ne ke­net­len­me­si­dir. Ay­rı­ca sı­cak­lı­ğa ve nem ora­nı­na gö­re as­lın­da ay­nı ol­ma­sı ge­re­ken kris­tal par­ça­cık­la­rı çok fark­lı şe­kil­ler al­mak­ta­dır­lar.

Ne­den tüm kar ta­ne­le­rin­de al­tı­gen si­met­ri var­dır ve ne­den her bi­ri di­ğer­le­rin­den fark­lı­dır? Ke­nar­la­rı ne­den düz de­ğil de kö­şe­li bir ya­pı­da­dır. Ben­zer so­ru­la­rın ce­vap­la­rı­nı bi­li­ma­dam­la­rı ha­la çöz­me­ye ça­lış­mak­ta­dır­lar.2 An­cak apa­çık or­ta­da olan bir ger­çek var­dır; Allah ya­rat­ma­da hiç­bir or­ta­ğı ol­ma­yan, son­suz güç sahibi olan ve her­şeyi ör­nek­siz olarak yaratan­dır.

MEY­VE VE SEB­ZE­LER­DE­Kİ BEN­ZER­SİZ SA­NAT

Ay­nı ku­ru top­rak­tan çı­kan, ay­nı su ile su­la­nan mey­ve­ler ve seb­ze­ler ina­nıl­maz bir çe­şit­li­li­ğe sa­hip­tir. Mey­ve­le­rin ve seb­ze­le­rin lez­zet­le­ri, ko­ku­la­rı ve tad­la­rı dü­şü­nül­dü­ğün­de ak­la böy­le bir çe­şit­li­li­ğin na­sıl or­ta­ya çık­tı­ğı so­ru­su ge­le­cek­tir. Ay­nı top­rak­tan, ay­nı su­yu ve mi­ne­ral­le­ri kul­la­na­rak, fark­lı tad ve ko­ku­la­rı yüz­yı­lar­dır hiç şa­şır­ma­dan ve bir­bir­le­ri­ne ka­rış­tır­ma­dan tut­tu­ran­lar, el­bet­te ki üzüm­le­rin, kar­puz­la­rın, ka­vun­la­rın, ki­vi­le­rin, ana­nas­la­rın ken­di­le­ri de­ğil­dir. Bu ben­zer­siz lez­ze­ti, gö­rü­nüş ve ta­dı on­la­ra Al­lah ve­rmek­te­dir.

Ge­rek hay­van­lar ge­rek­se in­san­lar, bit­ki­le­rin üret­miş ol­du­ğu be­sin­le­ri tü­ke­te­rek ha­yat­la­rı­nı sür­dü­re­bi­le­cek ener­ji­yi el­de eder­ler. Ya­ni bit­ki­ler tüm can­lı­la­ra fay­da ver­me­k için ni­met ola­rak ya­ra­tıl­mış­lar­dır. Bu ni­met­le­rin ço­ğu da in­san için özel ola­rak ta­sar­lan­mış­tır. Çev­re­mi­ze, ye­dik­le­ri­mi­ze ba­ka­rak dü­şü­ne­lim. Üzüm as­ma­sı­nın kup­ku­ru sa­pı­na ba­ka­lım, in­ce­cik kök­le­ri­ne… En ufak bir çek­me ile ko­lay­ca ko­pa­bi­le­cek gö­rü­nüm­de­ki bu kup­ku­ru ya­pı­dan el­li alt­mış ki­lo ağır­lı­ğın­da, in­sa­na lez­zet ver­mek için ren­gi, ko­ku­su, ta­dı, kı­sa­ca her­şe­yi özel ola­rak ta­sar­lan­mış su­lu üzüm­ler çı­kar. Bir de kar­puz­la­rı dü­şü­ne­lim. Yi­ne ku­ru top­rak­tan çı­kan bu su­lu mey­ve in­sa­nın tam ih­ti­yaç du­ya­ca­ğı bir mev­sim­de, ya­ni ya­zın ge­li­şir. İlk or­ta­ya çık­tı­ğı an­dan iti­ba­ren bir ko­ku eks­pe­ri gi­bi hiç bo­zul­ma ol­ma­dan tut­tu­ru­lan o muh­te­şem ka­vun ko­ku­su­nu ve o ün­lü lez­ze­ti­ni de dü­şü­ne­lim. İn­san­lar fab­ri­ka­lar­da ko­ku üre­ti­mi ya­par­ken sü­rek­li kont­rol ya­par, ay­nı ko­ku­yu tut­tu­ra­bil­mek için bü­yük bir emek sar­fe­der­ler; ama mey­ve­ler­de­ki ko­ku­nun tut­tu­rul­ma­sı için­ her­han­gi bir kont­ro­le ih­ti­yaç yok­tur.

Tüm bun­la­rın ya­nı­sı­ra her mey­ve mev­si­mi­ne uy­gun bir içe­ri­ğe sa­hip­tir. Ör­ne­ğin, kış mev­si­min­de C vi­ta­mi­ni yük­lü, ener­ji ve­ren man­da­li­na­lar, por­ta­kal­lar var­dır. Seb­ze­ler­de de can­lı­la­rın ih­ti­yaç du­ya­ca­ğı her tür­lü mi­ne­ral ve vi­ta­min mev­cut­tur. Seb­ze ve mey­ve­le­rin in­ce­cik kök­le­ri, ka­ra top­rak­tan çek­tik­le­ri kim­ya­sal mad­de­le­ri fo­to­sen­tez iş­le­mi so­nu­cun­da son de­re­ce fay­da­lı be­sin mad­de­le­ri­ne dö­nü­ştü­rür­ler.

Bu şe­kil­de dü­şü­ne­rek yer­yü­zün­de­ki bit­ki­le­rin tü­mü­nü in­ce­le­ye­bi­li­riz. Bu in­ce­le­me­nin so­nun­da el­de et­ti­ği­miz so­nuç, bit­ki­le­rin in­san­lar ve tüm can­lı­lar için özel ola­rak ta­sar­lan­mış, ya­ni ya­ra­tıl­mış ol­duk­la­rı so­nu­cu ola­cak­tır. Alem­le­rin Rab­bi olan Al­lah tüm be­sin­le­ri can­lı­lar için var et­miş­tir ve bun­la­rı, her bi­ri­nin ta­dı, ko­ku­su, fay­da­sı çe­şit çe­şit ola­cak şe­kil­de ya­rat­mış­tır. Bu da O’nun ya­rat­ma­da­ki gü­cü­nü ve eş­siz sa­na­tı­nı gös­te­rir:



Yer­de si­zin için üre­tip-tü­ret­ti­ği çe­şit­li renk­ler­de­ki­le­ri de (fay­da­nı­za ver­di). Şüp­he­siz bun­da, öğüt alıp dü­şü­nen bir top­lu­luk için ayet­ler var­dır. (Nahl Su­re­si, 13)



YAP­RAK­LAR­DA­Kİ KU­SUR­SUZ YAPI:

GÖ­ZE­NEK­LER

Dış­tan ba­kıl­dı­ğın­da ki­mi za­man sa­de­ce ye­şil bir ci­sim ola­rak dü­şü­nü­len yap­rak­lar­ın her mi­li­met­re ka­re­sin­de ku­sur­suz bir düzen var­dır. Bit­ki­ler için son de­re­ce önem­li ya­pı­lar­dan bi­ri olan gö­ze­nek­ler de bu düzenin önem­li par­ça­la­rın­dan­dır. Yap­rak­la­rın üze­rin­de bu­lu­nan bu mik­ros­ko­bik de­lik­ler (gö­ze­nek­ler) ısı ve su trans­fe­ri sağ­la­mak ve fo­to­sen­tez için ge­rek­li olan kar­bon­di­ok­si­ti at­mos­fer­den te­min et­mek­le gö­rev­li­dir. Gö­ze­nek­ler ay­nı za­man­da ge­rek­ti­ğin­de açı­lıp ka­pa­na­bi­le­cek bir ya­pı­ya sa­hip­tir­ler.

Gö­ze­nek­le­rin il­gi çe­ki­ci yön­le­rin­den bi­ri ise, yap­rak­la­rın ço­ğun­luk­la alt kı­sım­la­rın­da yer al­ma­la­rı­dır. Bu sa­ye­de, gü­neş ışı­ğı­nın yap­rak üze­rin­de­ki olum­suz et­ki­si­nin en aza in­di­ril­me­si sağ­la­nır. Bit­ki­de­ki su­yu dı­şa­rı atan gö­ze­nek­ler, eğer yap­rak­la­rın üst kı­sım­la­rın­da yo­ğun ola­rak bu­lun­sa­lar­dı, çok uzun sü­re gü­neş ışı­ğı­na ma­ruz kal­mış ola­cak­lar­dı. Bu du­rum­da da bit­ki­nin sı­cak­tan öl­me­me­si için gö­ze­nek­ler bün­ye­le­rin­de­ki su­yu sü­rek­li ola­rak dı­şa­rı ata­cak­lar­dı, böy­le olun­ca da bit­ki aşı­rı su kay­bın­dan ku­ru­ya­rak öle­cek­ti. Her­şe­yi ku­sur­suz ve ek­sik­siz ya­ra­tan Allah, bit­ki­ler­de de özel ya­pı­la­ra sa­hip gö­ze­nek­ler var et­miş, su kay­bın­dan za­rar gör­me­le­ri­ni böy­le­ce en­gel­le­miş­tir.

Yap­rak­la­rın üst de­ri do­ku­su üze­rin­de çif­ter çif­ter yer­leş­miş bu­lu­nan gö­ze­nek­le­rin bi­çim­le­ri fa­sul­ye­ye ben­zer. Kar­şı­lık­lı iç bü­key ya­pı­la­rı, yap­rak­la at­mos­fer ara­sın­da­ki gaz alış­ve­ri­şi­ni sağ­la­yan gö­ze­nek­le­rin açık­lı­ğı­nı ayar­lar. Gö­ze­nek ağ­zı de­ni­len bu açık­lık, dış or­ta­mın ko­şul­la­rı­na (ışık, nem, sı­cak­lık, kar­bon­di­ok­sit ora­nı) ve bit­ki­nin özel­lik­le su ile il­gi­li iç du­ru­mu­na bağ­lı ola­rak de­ği­şir. Gö­ze­nek ağız­la­rı­nın açık­lı­ğı ya da kü­çük olu­şu ile bit­ki­nin su ve gaz alış­ve­ri­şi dü­zen­le­nir.

Dış or­ta­mın tüm et­ki­le­ri göz önü­ne alı­na­rak dü­zen­len­miş olan gö­ze­nek­le­rin ya­pı­sın­da çok in­ce de­tay­lar var­dır. Bi­lin­di­ği gi­bi, dış or­tam ko­şul­la­rı sü­rek­li de­ği­şir. Nem ve gaz ora­nı, sı­cak­lık de­re­ce­si, ha­va­da­ki kir­li­lik… Yap­rak­lar­da­ki gö­ze­nek­ler tüm bu de­ğiş­ken şart­la­ra uyum gös­te­re­bi­le­cek ya­pı­da­dır.

Bit­ki­ler­de­ki bu sis­tem de di­ğer­le­ri gi­bi an­cak bü­tün par­ça­la­rı ek­sik­siz ol­du­ğun­da fonk­si­yon­la­rı­nı ye­ri­ne ge­ti­re­bil­mek­te­dir. Do­la­yı­sıy­la, bit­ki­ler­de­ki gö­ze­nek­le­rin de te­sa­düf­ler so­nu­cu ev­rim­le­şe­rek or­ta­ya çık­mış ol­ma­la­rı ke­sin­lik­le ih­ti­mal dı­şı­dır. Son de­re­ce özel bir ya­pı­sı olan gö­ze­nek­ler de gö­rev­le­ri­ni en has­sas bi­çim­de ye­ri­ne ge­ti­re­cek şe­kil­de özel ola­rak Allah tarafın­dan yaratıl­mış­lar­dır.



O, ya­rat­tı­ğı­nı bil­mez mi? O, La­tif’tir; Ha­bir’dir. Si­zin için, yer­yü­zü­ne bo­yun eğ­di­ren O’dur. Şu hal­de onun omuz­la­rın­da yü­rü­yün ve O’nun rız­kın­dan yi­yin. So­nun­da gi­diş O’na­dır. (Mülk Su­re­si, 14-15)



HİN­DİS­TAN CE­Vİ­Zİ

BİT­Kİ­Sİ­NİN TO­HUM­LA­RI

Ba­zı bit­ki­le­rin to­hum­la­rı su va­sı­ta­sıy­la da­ğı­tı­lır. Bu to­hum­la­rın di­ğer­le­rin­den fark­lı özel­lik­le­ri var­dır. Ör­ne­ğin, su­yu kul­la­na­rak to­hum­la­rı­nı da­ğı­tan bit­ki­ler ken­di ağır­lık­la­rı­nı azal­tı­cı ve yü­zey alan­la­rı­nı ar­tı­rı­cı bir ya­pı­ya sa­hip­tir. Bun­dan baş­ka yü­zen do­ku­nun bir­kaç de­ği­şik şek­li ola­bi­lir. Ha­vay­la do­lu olan hüc­re­ler­de içi boş­luk­lu sün­ge­rim­si bir ya­pı bu­lu­na­bi­lir ya da hüc­re ara­la­rın­da­ki boş­luk­lar he­men he­men yok ola­cak şe­kil­de, to­hu­mun içi­ne ha­va hap­sol­muş ola­bi­lir ve bu sa­ye­de to­hum yü­ze­bi­lir. Ay­rı­ca yü­zen do­ku­nun hüc­re du­var­la­rı su­yun içe­ri­ye gir­me­si­ni en­gel­le­ye­cek bir ya­pı­da­dır. Bu bit­ki­ler­de bun­la­rın dı­şın­da bit­ki ile il­gi­li bü­tün bil­gi­le­rin sak­lan­dı­ğı emb­ri­yo­yu ko­ru­mak için de ek bir iç kat­man var­dır.3

Bu sağ­lam ya­pı­la­rı sa­ye­sin­de suy­la ta­şı­nan to­hum­la­rın için­de yak­la­şık 80 gün sü­rey­le su­da ka­la­bi­len ve bu sü­re için­de hiç bo­zul­ma­yan, çim­len­me­yen to­hum­lar bi­le var­dır. Bun­lar­dan en meş­hu­ru hin­dis­tan ce­vi­zi pal­mi­ye­si­dir. Pal­mi­ye­nin to­hu­mu, ta­şı­ma­nın gü­ven­li ol­ma­sı için sert bir ka­bu­ğun içi­ne yer­leş­ti­ril­miş­tir. Bu sert ka­bu­ğun için­de uzun bir yol­cu­luk için su da da­hil ol­mak üze­re ih­ti­yaç du­yu­lan her­şey ha­zır­dır. Dış ta­ra­fı ise to­hu­mun su­dan za­rar gör­me­me­si için ol­duk­ça sert bir do­ku­may­la kap­lan­mış­tır. Hin­dis­tan ce­vi­zi to­hum­la­rı­nın en dik­kat çe­ki­ci özel­lik­le­rin­den bir baş­ka­sı ise su­da yü­ze­bil­me­le­ri­ni ve bat­ma­ma­la­rı­nı sağ­la­yan ha­va boş­luk­la­rı­na sa­hip ol­ma­la­rı­dır.

Bü­tün bu özel­lik­le­ri sa­ye­sin­de hin­dis­tan ce­vi­zi to­hum­la­rı yüz­ler­ce ki­lo­met­re­lik bir yo­lu ok­ya­nus akın­tı­la­rıy­la aşa­bi­lir­ler. Kı­yı­ya ulaş­tık­la­rın­da iç­le­ri­nde­ki to­hum fi­liz­le­nir ve bir hin­dis­tan ce­vi­zi ağa­cı ola­rak ye­ti­şir.4

Hin­dis­tan ce­vi­zi to­hum­la­rı­nın tam ka­ra­ya ulaş­tık­la­rı za­man açıl­ma­la­rı son de­re­ce il­ginç ve is­tis­nai bir du­rum­dur. Çün­kü bi­lin­di­ği gi­bi, bit­ki to­hum­la­rı ge­nel­lik­le su­ya değ­dik­le­ri an­da çim­len­me­ye baş­lar. Ama bu du­rum hin­dis­tan ce­vi­zi bit­ki­le­ri için ge­çer­li de­ğil­dir. To­hum­la­rı­nı suy­la da­ğı­tan bit­ki­ler özel ya­pı­la­rı ne­de­niy­le bu ko­nu­da ay­rı­ca­lık­lı­dır. Eğer bu bit­ki­ler de di­ğer­le­ri gi­bi su­yu gö­rür gör­mez çim­len­me­ye baş­la­sa­lar­dı, soy­la­rı çok­tan tü­ken­miş olur­du. Oy­sa ya­şa­dık­la­rı şart­la­ra uy­gun me­ka­niz­ma­la­rı ne­de­niy­le bu bit­ki­ler var­lık­la­rı­nı sür­dü­re­bil­mek­te­dir. Bu­ra­da­ki has­sas özel­lik­le­rin ve mekanizmaların ev­rim­ci­le­rin id­dia et­tik­le­ri gi­bi te­sa­dü­fen ger­çek­le­şe­me­ye­ce­ği açık­ça or­ta­da­dır.

To­hum­la­rın ye­dek be­sin­le­ri­nin ve su­la­rı­nın mik­ta­rı, ka­ra­ya ulaş­ma va­kit­le­ri kı­sa­ca­sı tüm bu özel­lik­le­rin­de­ki in­ce he­sap­la­ma­lar, tohum­ları yaratan, son­suz akıl ve bil­gi sahibi olan Allah tarafın­dan kusur­suz­ca ayar­lan­mış­tır.



BİR­BİR­LE­Rİ­NE UYUM­LU

YA­RA­TI­LAN CAN­LI­LAR

Ba­zı bit­ki­le­rin çi­çek­le­rin­de­ki nek­tar çi­çe­ğin de­rin­lik­le­rin­de bu­lu­nur. Bu da bö­cek­le­rin ve kuş­la­rın nek­tar top­la­ma­la­rı­nı, do­la­yı­sıy­la çi­çe­ğin döl­len­me­si­ni zor­laş­tı­ra­cak bir de­za­van­taj gi­bi gö­rü­nür. Oy­sa Allah, nek­ta­rı de­rin­ler­de bu­lu­nan çi­çek­le­rin özel­lik­le­ri­ne tı­pa­tıp uy­gun ya­pı­la­ra sa­hip can­lı­lar ya­ra­ta­rak bu bit­ki­le­rin de döl­len­me­si­ni sağ­la­mış­tır. Avi­ze ağa­cı ve yu­ka gü­ve­si ara­sın­da­ki uyum­lu be­ra­ber­lik bu­nun ör­nek­le­rin­den­dir.

Avi­ze ağa­cı bit­ki­si­nin üze­rin­de, bü­yük yap­rak­lar­dan olu­şan bir ro­zet şek­li, bu­nun da mer­ke­zin­de krem renk­li çi­çek­le­ri ta­şı­yan bir sap bu­lu­nur. Avi­ze ağa­cı­nın özel­li­ği po­len­le­ri­nin eğim­li bir böl­ge­de bu­lun­ma­sı­dır. Bu yüz­den bit­ki­nin er­kek üre­me or­gan­la­rın­da bu­lu­nan çi­çek to­zu­nu, an­cak eğim­li bir ağız ya­pı­sı­na sa­hip olan bir gü­ve tü­rü top­la­ya­bi­lir.

Avi­ze ağa­cı gü­ve­si top­la­dı­ğı çi­çek toz­la­rı­nı bir­bi­ri­ne bas­tı­rıp top şek­li­ne so­kar ve bu­nu baş­ka bir avi­ze ağa­cı çi­çe­ği­ne gö­tü­rür. Ön­ce çi­çe­ğin di­bi­ne iner ve ken­di yu­mur­ta­la­rı­nı bı­ra­kır. Son­ra te­pe­ci­ğe çı­kar ve çi­çek to­zu to­pu­nu bu­ra­ya vu­ra­rak po­len­le­rin dö­kül­me­si­ni sağ­lar. Çün­kü bir sü­re son­ra yu­mur­ta­lar­dan gü­ve tır­tıl­la­rı çı­ka­cak ve bu po­len­ler­ler­le bes­le­ne­cek­tir. An­cak bu ara­da gü­ve ön­ce­ki bit­ki­den top­la­dı­ğı çi­çek to­zu to­pu­nu ye­ni bit­ki­nin te­pe­ce­ği­ne vu­ra­rak bit­ki­nin de döl­len­me­si­ni sağ­la­mış olur. Eğer gü­ve­ler ol­ma­sa avi­ze ağaç­la­rı ken­di ken­di­le­ri­ni döl­le­ye­mez­ler.

Gö­rül­dü­ğü gi­bi, gü­ve­nin bes­len­me­si ve ağa­cın döl­len­me­si bir­bi­ri­ne son de­re­ce uyum­lu bir şe­kil­de ger­çek­leş­mek­te­dir. Bu uyu­mu ya­ra­tan ağa­cın ken­di­si ya da gü­ve de­ğil­dir. Bir bit­ki­nin ya da bir bö­ce­ğin baş­ka bir can­lı­nın ih­ti­yaç­la­rın­dan ha­ber­dar ol­ma­sı, bu­na gö­re bir tak­tik be­lir­le­ye­rek ken­di ih­ti­ya­cı­na bir ça­re bul­ma­sı müm­kün de­ğil­dir. Çün­kü bu can­lı­lar ak­le­de­mez, yön­tem­ler bu­lup bun­la­rı di­ğer bir can­lı­ya öğ­re­te­mez. Can­lı­lar ara­sın­da pek çok ör­ne­ği­ni gör­dü­ğü­müz bu ku­sur­suz uyu­mu ya­ra­tan Allah’tır. Her iki can­lı da ken­di­le­ri­ni çok iyi ta­nı­yan, bi­len, alem­le­rin Rab­bi olan, her­şey­den ha­ber­dar olan Allah’ın ese­ri­dir. Ve Allah’ın bü­yük­lü­ğü­nü, yü­ce kud­re­ti­ni, ku­sur­suz sa­na­tı­nı in­san­la­ra ta­nı­tıp an­lat­mak­la gö­rev­li­dir­ler.



Ye­di gök, yer ve bun­la­rın için­de­ki­ler O’nu tes­bih eder; O’nu öv­gü ile tes­bih et­me­yen hiç­bir şey yok­tur, an­cak siz on­la­rın tes­bih­le­ri­ni kav­ra­mı­yor­su­nuz. Şüp­he­siz O, halim olan­dır, bağış­layan­dır. (İs­ra Suresi, 44)



COR­YANT­HES OR­Kİ­DE­LE­Rİ­NİN

TAK­TİK­LE­Rİ

Bir çi­çe­ğin bir bö­ce­ğin ter­cih­le­rin­den ha­ber­dar ol­ma­sı müm­kün mü­dür? Pe­ki bu bö­ce­ği tu­za­ğa dü­şür­mek için bir plan kur­ma­sı ve bu­na uy­gun ola­rak ken­di­sin­de de­ği­şik­lik­ler yap­ma­sı müm­kün mü­dür? El­bet­te ki bir çi­çe­ğin ya da bö­ce­ğin ken­di ak­lı ve ira­de­siy­le bu tarz tak­tik­ler uy­gu­la­ma­sı müm­kün de­ğil­dir. An­cak do­ğa­da­ki can­lı­la­ra bak­tı­ğı­mız­da bu tarz pek çok tak­tik uy­gu­la­dık­la­rı­nı gö­rü­rüz.

Cor­yant­hes or­ki­de­le­ri il­ginç bir tak­tik­le bö­cek­le­ri tu­za­ğa dü­şü­re­rek üre­yen bit­ki­ler­den­dir. Or­ki­de­nin üre­me sis­te­mi bö­cek­le­ri ken­di­ne çe­ke­rek po­len­le­ri ta­şıt­mak üze­ri­ne ku­ru­lu­dur. Bu or­ki­de tü­rü­nün çi­çek­le­ri de­met­ler ha­lin­de­dir. Her çi­çe­ğin önün­de iki ta­ne ka­nat ben­ze­ri ça­nak yap­ra­ğı, bu yap­rak­la­rın he­men ar­ka­sın­da da kü­çük bir bit­ki­sel ça­nak bu­lu­nur. Çi­çek­le­rin açıl­ma­la­rı sı­ra­sın­da özel bir sal­gı bu ça­na­ğın di­bi­ne doğ­ru ak­ma­ya baş­lar. Bir sü­re son­ra me­ta­lik ye­şil renk alan çi­çek, bu sal­gı sa­ye­sin­de arı­la­rın da­ya­na­ma­dı­ğı gü­zel bir ko­ku üret­me­ye baş­lar.

Yan­da re­sim­le­ri gö­rü­len or­ki­de­nin çi­çek aç­ma­sıy­la bir­lik­te er­kek arı­lar bu ko­ku­yu ala­rak çi­çe­ğin et­ra­fın­da uç­ma­ya baş­lar­lar. Arı­lar or­ki­de­nin di­key ke­nar­la­rı­na kon­ma­ya ça­lı­şır­ken bir yan­dan da çi­çe­ğin ça­nak kıs­mı­nı göv­de­ye bağ­la­yan tüp gi­bi olan kı­sım­da ayak­la­rıy­la tu­tu­na­bi­le­cek­le­ri bir yer arar­lar. İş­te bu böl­ge kay­gan ve eğim­li bir ya­pı­ya sa­hip­tir. Bu yüz­den çi­çe­ğin ya­kı­nın­da do­la­şan arı­lar ka­çı­nıl­maz ola­rak çi­çe­ğin di­bin­de­ki sal­gı do­lu ça­na­ğın içi­ne dü­şer­ler.5

Çi­çe­ğin içi­ne dü­şen arı için tek bir çı­kış yo­lu var­dı: Çi­çe­ğin ön du­va­rı­na, ya­ni gün ışı­ğı­na açı­lan dar bir tü­nel. Bö­ce­ğin düş­tü­ğü sı­vı­nın yü­ze­yiy­le ay­nı se­vi­ye­de olan bu tek çı­kış yo­lu­nu bu­la­na dek bö­cek sı­vı­nın için­de yü­zer. Çı­kış yo­lu­nu bul­ma­ya ça­lı­şır­ken po­len­le­rin bu­lun­du­ğu stig­ma­nın (te­pe­cik) ve er­kek­lik or­ga­nı­nın al­tın­dan ge­çer. Bu sı­ra­da çi­çe­ğin iki po­len ke­se­si bö­ce­ğin ar­ka kıs­mı­na ya­pı­şır. Bu ara­da bö­cek dı­şa­rı çı­kış yo­lun­da iler­ler ve so­nun­da çi­çek­ten dı­şa­rı çı­kar. Arı ye­ni bir çi­çe­ğe git­ti­ğin­de çi­çe­ğin te­pe­ci­ği po­len­le­ri er­ke­ğin sır­tın­dan alır ve bu şe­kil­de döl­len­me baş­lar.6

An­cak bu olay yal­nız­ca çi­çek için bir avan­taj sağ­la­maz. İçi­ne düş­tü­ğü çi­çek ça­na­ğın­da yer alan sal­gı, arı­lar için de son de­re­ce önem­li­dir. Çün­kü er­kek arı­lar vü­cut­la­rı­na bu­la­şan bu sal­gı­nın ko­ku­su­nu, çift­leş­me za­ma­nın­da di­şi arı­yı çek­mek için kul­la­na­cak­lar­dır.

Baş­ta da be­lirt­ti­ği­miz gi­bi, bir çi­çe­ğin bir bö­ce­ği kan­dı­ra­cak tak­tik­ler ge­liş­tir­me­si, fi­zik­sel ya­pı­sı­nı bu tak­ti­ğe uy­gun şe­kil­de ayar­la­ma­sı as­la müm­kün de­ğil­dir. Ay­nı şe­kil­de bir bö­ce­ğin ih­ti­ya­cı olan bir mad­de­yi bir çi­çek­ten kar­şı­la­mak için tak­tik ge­liş­tir­me­si de ken­di ira­de­siy­le ger­çek­le­şe­mez. İki can­lı ara­sın­da­ki bu şa­şır­tı­cı uyum, her iki­si­nin de tek bir Ya­ra­tı­cı yani üstün güç sahibi Rabbimiz olan Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­dık­la­rının bir de­li­li­dir.



DUVAR US­TA­SI

ARI­LA­RIN BE­CE­Rİ­LE­Rİ

Du­var­cı arı­lar, arı tür­le­ri için­de yu­va ya­pı­mın­da gös­ter­dik­le­ri özen ile dik­kat çe­ken can­lı­lar­dır. Yu­va kur­mak is­te­yen di­şi arı uy­gun bir yer bul­duk­tan son­ra ilk ola­rak bu ye­ri te­miz­ler. Fa­kat yu­va­yı ya­pa­bil­me­si için ön­ce­lik­le bir ça­mur kay­na­ğı bul­ma­sı ge­rek­mek­te­dir. Eğer di­şi arı ça­mur bu­la­maz­sa bir mik­tar in­ce top­rak bu­lur ve bu­nu sal­ya­sı ile ka­rış­tı­ra­rak yu­mu­şak kı­vam­lı bir ça­mur ha­li­ne ge­ti­rir.

Du­var­cı arı yu­va ya­pı­mı­na bir par­ça ça­mu­ru çe­ne­siy­le yer­den ka­zı­ya­rak baş­lar. Ba­cak­la­rı­nın ara­sın­da tut­tu­ğu bu ça­mu­ru kü­çük bir to­pak ha­li­ne ge­ti­rir ve ara sı­ra ça­mur ek­le­ye­rek ade­ta bir ka­lıp ya­par. Da­ha son­ra di­şi arı ça­mu­ru alt çe­ne­siy­le tu­ta­rak yu­va­ya ge­ri dö­ner.

Ça­mur­la bir­lik­te yu­va ya­pa­ca­ğı ye­re ge­len arı işe rast­ge­le baş­la­maz. Du­var­cı arı­la­rın tü­ne­lim­si yu­va­la­rı­nı ya­par­ken iz­le­dik­le­ri be­lir­li bir plan var­dır. Bu pla­na uy­gun ola­rak; du­var­cı arı ha­zır­la­dı­ğı ilk ça­mur to­pa­ğı­nı tü­ne­lin ka­pa­lı ucu­nu oluş­tu­ra­cak olan ilk hüc­re­nin ar­ka böl­me­si­ni in­şa et­mek için kul­la­nır. Da­ha son­ra par­ça par­ça ge­tir­di­ği ça­mur to­pak­la­rıy­la böl­me­nin in­şa­sı­nı ta­mam­lar. Bun­dan son­ra­ki aşa­ma du­var­cı arı­nın bit­miş böl­me­ye yi­ye­cek ge­tir­me­si­dir.

Hüc­re­nin ya­pı­mı­nın ta­mam­lan­ma­sıy­la bir­lik­te du­var­cı arı bu­ra­da de­po­la­mak üze­re yi­ye­cek top­la­ma­ya baş­lar. İlk tur­da yu­va­nın ar­ka bö­lü­mü­ne po­len de­po­lar. Son­ra­ki her tur­da bir ön­ce­ki yol­cu­lu­ğun­da ge­tir­di­ği po­le­nin üze­ri­ne, çe­ne­si­ni kul­la­na­rak ka­lın bir ma­cun ha­li­ne ge­tir­di­ği bal­dan bı­ra­kır. Bu şe­kil­de bı­ra­ka­ca­ğı yu­mur­ta için ilk ha­zır­lık­la­rı ta­mam­la­mış olur.

Arı po­len yü­kü­nü yu­va­ya bı­ra­kır bı­rak­maz he­men yu­murt­la­ma­ya baş­lar. Yu­murt­la­dık­tan son­ra di­şi arı da­ha ön­ce­den işa­ret­le­miş ol­du­ğu di­ğer ça­mur böl­me­nin du­var­la­rı­nı in­şa et­me­ye baş­lar. Arı, be­lir­li bir sı­ra iz­le­ye­rek hüc­re in­şa iş­le­mi­ni ve yu­murt­la­ma­yı, yu­va­yı oluş­tu­ran hüc­re­ler bir di­zi ha­li­ni alın­ca­ya ka­dar de­vam et­ti­rir. Hüc­re­le­rin ya­pı­sı stan­dart­tır. Her hüc­re yi­ye­cek­le bir­lik­te bir yu­mur­ta içe­rir ve kom­şu hüc­re­den de bir ça­mur böl­me ile ay­rı­lır.

En son hüc­re de ta­mam­la­nıp ka­pa­tıl­dık­tan son­ra di­şi arı bir boş­luk bı­ra­kır ve bu boş­lu­ğu da son ola­rak bir tı­kaç ile ka­pa­tır. Bu tı­kaç yu­va­nın önü­ne baş­ka can­lı­la­rın yu­va ya­pa­rak yav­ru­la­rın çı­kı­şı­nı en­gel­le­me­le­ri­ne ola­nak ver­me­ye­cek özel­lik­te­dir. 7

Yu­va ya­pı­mı­nın her aşa­ma­sın­da gö­rül­dü­ğü gi­bi, du­var­cı arı­la­rın yap­tık­la­rı tüm ha­re­ket­ler­de çok açık bir akıl ve bi­linç var­dır. Allah bir aye­tin­de ba­la­rı­la­rı­nın ken­di il­ha­mı ile ha­re­ket eden can­lı­lar ol­duk­la­rı­nı bil­dir­mek­te­dir. Yal­nız­ca ba­la­rı­la­rı de­ğil, ev­ren­de­ki tüm can­lı­lar Allah’ın il­ha­mı ile ha­re­ket eder­ler. Allah üs­tün güç sahibi, her­şeyin hakimidir.



KÖR TER­MİT­LE­RİN GÖK­DE­LEN­LE­Rİ

Kör iş­çi­le­rin Em­pi­re Sta­te bü­yük­lü­ğün­de bir bi­na in­şa et­me­le­ri müm­kün mü­dür? İn­san­lar için böy­le bir şey söz ko­nu­su ola­maz. Ama kör ter­mit­ler ha­yat­la­rı bo­yun­ca ken­di bo­yut­la­rı­na gö­re Em­pi­re Sta­te yük­sek­li­ğin­de yu­va­lar in­şa eder­ler.

Ter­mit­le­rin yap­tık­la­rı de­va­sa yu­va­la­rı in­san­la­rın yap­tık­la­rı bi­na­lar ile kı­yas­la­ma­dan ön­ce ter­mit­le­ri ge­nel ola­rak ta­nıt­mak­ta fay­da var­dır. Ter­mit­le­rin bi­li­nen en önem­li özel­lik­le­rin­den bi­ri, in­san­la­rın bi­le ko­lay­lık­la yı­ka­ma­ya­cak­la­rı sağ­lam­lık­ta yu­va­lar yap­ma­la­rı­dır. Her tür, ken­di ih­ti­ya­cı olan özel­lik­le­re gö­re fark­lı tip­ler­de yu­va­lar in­şa eder. Ki­mi ya­kı­cı sı­cak­lar­dan ko­run­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak yu­va­lar ya­par­ken baş­ka bir tür ise yağ­mur­lar­dan ko­ru­na­ca­ğı yu­va­lar in­şa eder. Bu yu­va­lar ağaç iç­le­rin­de bu­lun­duk­la­rı gi­bi ço­ğun­luk­la da top­ra­ğın üs­tün­de ve al­tın­da da yer alır­lar.

Bir ter­mit yu­va­sı açıl­dı­ğın­da sün­ge­rim­si bir gö­rün­tüy­le kar­şı­la­şı­lır. Yu­va yak­la­şık 2,5 cm ge­niş­li­ğin­de ya da da­ha dar sa­yı­sız hüc­re­ler­den olu­şur. Bu hüc­re­le­ri bir­bir­le­ri­ne an­cak ter­mit­le­rin ge­çe­bi­le­ce­ği bü­yük­lük­te dar de­lik­ler bağ­lar. Ter­mit­le­rin bu ha­ri­ka bi­na­la­rı ya­par­ken kul­lan­dık­la­rı ham­mad­dey­se sa­de­ce top­rak, ken­di sal­gı­la­rı ve atık­la­rın­dan iba­ret­tir. Böy­le­si­ne ba­sit bir mal­ze­mey­le, ba­zı­la­rı an­cak di­na­mit­le yı­kı­la­bi­le­cek ka­dar sağ­lam olan, üs­te­lik için­de la­bi­rent­ler, ha­va­lan­dır­ma sis­tem­le­ri ve ka­nal­lar gi­bi de­tay­lı sis­tem­ler bu­lu­nan yu­va­lar ya­par­lar.

Gö­rü­nüş ola­rak ku­le­ye ben­ze­yen ih­ti­şam­lı yu­va­la­rı ya­pan ter­mit­le­rin asıl mu­ci­ze­vi özel­lik­le­ri ise, da­ha ön­ce de bah­set­ti­ği­miz gi­bi, kör ol­ma­la­rı­dır. Bu son de­re­ce şa­şır­tı­cı bir du­rum­dur. Ter­mit­ler ne yap­tık­la­rı tü­nel­le­ri, ne kul­lan­dık­la­rı mal­ze­me­yi, ne bu mal­ze­mey­le yap­tık­la­rı to­pak­la­rı, ne de yük­selt­tik­le­ri oda­cık­la­rı gö­re­bi­lir­ler.

Ter­mit­ler­le in­san­la­rın yap­tık­la­rı ya­pı­lar kar­şı­laş­tı­rıl­dı­ğın­da yap­tık­la­rı işin ola­ğa­nüs­tü­lü­ğü da­ha net şe­kil­de or­ta­ya çık­mak­ta­dır. İş­te bu ne­den­le ter­mit­le­rin yap­mış ol­du­ğu gök­de­len­le­ri da­ha iyi de­ğer­len­di­re­bil­mek için Ame­ri­ka’da bu­lu­nan Em­pi­re Sta­te bi­na­sı iyi bir kı­yas im­ka­nı oluş­tur­mak­ta­dır. Bu bi­na­nın uzun­lu­ğu 443 met­re­dir. Ter­mit­ler­se 1–2 cm ebat­la­rın­da olan bö­cek­ler­dir. Bu kü­çük cüs­se­le­ri­ne rağ­men 7 met­re yük­sek­li­ğin­de de­va­sa yu­va­lar ya­par­lar. Eğer ter­mit­le­rin in­san­lar­la ay­nı boy­da ol­sa­lar­dı, yap­tık­la­rı yu­va­lar da Em­pi­re Sta­te bi­na­sı­nın şu an­ki uzun­lu­ğun­dan 4 kat da­ha yük­sek olur­du. İn­san­la­rın ya­pa­ma­dı­ğı bu mu­az­zam iş­le­mi kör ter­mit­ler mil­yon­lar­ca se­ne­dir, var ol­duk­la­rı an­dan iti­ba­ren yap­mak­ta­dır­lar.8

Ter­mit­le­ri bü­tün özel­lik­le­ri ile bir­lik­te ya­ra­tan Allah’tır. Kör ter­mit­le­re yap­tır­dı­ğı ih­ti­şam­lı ya­pı­lar­la alem­le­rin Rab­bi olan Allah bi­ze son­suz kud­re­ti­ni ve il­mi­ni ta­nıt­mak­ta­dır.



Allah her­şe­yin Ya­ra­tı­cısı’dır. O her­şey üzerin­de vekil­dir. (Zümer Suresi, 62)



ÇAN ÖRÜM­CEK­LE­Rİ­NİN

DAL­MA TEK­Nİ­Ğİ

As­ya ve Av­ru­pa’nın ılık böl­ge­le­rin­de ya­şa­yan su örüm­cek­le­ri, ha­yat­la­rı­nın bü­yük bir kıs­mı­nı su al­tın­da ge­çi­rir­ler. Çün­kü bu örüm­cek­ler yu­va­la­rı­nı su­yun içi­ne ya­par­lar.

Yu­va­nın in­şa­sı için örüm­cek ilk ola­rak su bit­ki­le­ri­nin sap­la­rı­nın ve­ya yap­rak­la­rı­nın ara­sı­na ağ­lar­la bir plat­form ya­par. Bu plat­for­mu, ipek ip­lik­çik­ler­le et­raf­ta­ki bit­ki sap­la­rı­na tut­tu­rur. Bu ip­lik­çik­ler, örüm­ce­ğe hem evi­nin yo­lu­nu gös­te­ren bir işa­ret, hem plat­for­mu sa­bit­le­yen bir bağ, hem de avın yak­laş­tı­ğı­nı bil­di­ren bir ra­dar gö­re­vi gö­rür.

Plat­form oluş­tu­rul­duk­tan son­ra örüm­cek, plat­for­mun al­tı­na ayak­la­rı­nı ve göv­de­si­ni kul­la­na­rak ha­va ka­bar­cık­la­rı ta­şır. Böy­le­ce ağ yu­ka­rı­ya doğ­ru şi­şer ve ha­va ila­ve edil­dik­çe bir çan bi­çi­mi­ni alır. İş­te bu çan, örüm­ce­ğin su al­tın­da ol­du­ğu sü­re­ce için­de ba­rı­na­ca­ğı yu­va­sı­dır.

Örüm­cek gün­düz­le­ri yu­va­sı­nın için­de bek­ler. Ya­kı­nın­dan her­han­gi kü­çük bir hay­van, özel­lik­le bir bö­cek ya da lar­va geç­ti­ğin­de, dı­şa­rı fır­la­ya­rak onu ya­ka­lar ve ye­mek için yu­va­sı­na gö­tü­rür. Su­yun yü­ze­yi­ne dü­şen bir bö­cek, tit­re­şim­le­re ne­den olur. Bu tit­re­şim­le­ri alan örüm­cek yu­ka­rı çı­kar ve bö­ce­ği alıp su­yun al­tı­na ta­şır. Örüm­cek su yü­ze­yi­ni ade­ta bir ağ gi­bi kul­lan­mak­ta­dır. Su­ya dü­şen bö­cek, ağa ta­kı­lan di­ğer av­lar­dan fark­sız­dır.

Kış yak­laş­tı­ğın­da ise örüm­cek don­ma­mak için ken­di­si­ni ko­ru­ya­cak ön­lem­ler al­mak zo­run­da­dır. Bu ne­den­le kı­şın yak­laş­ma­sıy­la bir­lik­te su örüm­ce­ği, göl­cük­te da­ha aşa­ğı­la­ra iner. Bu se­fer de kış için bir ça­n öre­rek içi­ni ha­vay­la dol­du­rur. Ba­zı örüm­cek­ler­se dip­te du­ran boş bir su sal­yan­go­zu ka­bu­ğu­na yer­le­şir. Ça­nın için­de hiç kı­pır­da­maz ve kış bo­yun­ca he­men he­men hiç ener­ji har­ca­maz­lar. Bu­nun ne­de­ni faz­la ener­ji kay­bet­me­mek ve ok­si­jen ih­ti­ya­cı­nı or­ta­dan kal­dır­mak­tır. Bu ön­lem sa­ye­sin­de yu­va­ya ta­şı­nan ha­va ka­bar­cı­ğın­da­ki ok­si­jen örüm­ce­ğe kı­şı ge­çi­re­ce­ği 4-5 ay bo­yun­ca ye­ter.

Gö­rül­dü­ğü gi­bi, su örüm­ce­ği­nin oluş­tur­du­ğu ka­bar­cık ve av­lan­ma şek­li bir örüm­ce­ğin su­da ya­şa­ya­bil­me­si için en ide­al şe­kil­de ta­sar­lan­mış­tır. Te­sa­düf­ler­le ka­ra­da ya­şa­yan bir can­lı­nın su­da ya­şa­ya­cak bir yön­tem bul­ma­sı kuş­ku­suz im­kan­sız­dır. Bu can­lı eğer su­da ya­şa­ya­cak özel­lik­le­re sa­hip de­ğil­se su­ya ilk gir­di­ği an­da öle­cek­tir, te­sa­düf ya da baş­ka bir şey bek­le­ye­cek ka­dar za­ma­nı ol­ma­ya­cak­tır. Do­la­yı­sıy­la ka­ra can­lı­sı ol­ma­sı­na ve bu özel­lik­le­ri ta­şı­ma­sı­na rağ­men ra­hat­lık­la su­da ya­şa­ya­bi­len bir can­lı bu özel­li­ği­ne or­ta­ya çık­tı­ğı ilk an­dan iti­ba­ren sa­hip­tir. Ya­ni can­lı tüm bu özel­lik­le­ri ile bir­lik­te Allah ta­ra­fın­dan bir an­da ya­ra­tıl­mış­tır.

Allah su örüm­cek­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi ben­ze­ri ol­ma­yan ör­nek­ler ya­ra­ta­rak, son­suz il­mi­ni ve hik­me­ti­ni biz­le­re ta­nıt­mak­tadır.



KİTİN: MÜ­KEM­MEL BİR

KAP­LA­MA MAL­ZE­ME­Sİ

Bö­cek­ler dün­ya­da en çok rast­la­nan can­lı­lar­dan­dır. Bu­nun ne­de­ni pek çok olum­suz şar­ta di­renç­li ya­pı­da ya­ra­tıl­mış ol­ma­la­rı­dır. On­la­rı böy­le­si­ne da­ya­nık­lı kı­lan ne­den­ler­den bi­ri, vü­cut­la­rı­nı sa­ran ki­tin ta­ba­ka­sı­dır.

Ki­tin isim­li mad­de son de­re­ce ha­fif ve in­ce­dir. Bu ne­den­le bö­cek­ler onu ta­şı­mak­ta hiç­bir za­man zor­lan­maz­lar. Bu mad­de bö­ce­ğin be­de­ni­ni dı­şar­dan sar­ma­sı­na kar­şın, is­ke­let iş­le­vi gö­re­cek ka­dar sağ­lam, ay­nı za­man­da son de­re­ce es­nek­tir. Bu ta­ba­ka, bö­ce­ğin vü­cu­du­nun için­den uç­la­rı ken­di­ne bağ­lı olan kas­la­rın ka­sı­lıp es­ne­me­si ile ha­re­ket ede­bi­lir. Bu özel­lik, bö­cek­le­re ha­re­ket­le­rin­de ça­buk­luk ka­zan­dır­dı­ğı gi­bi, dı­şa­rı­dan ge­le­cek dar­be­le­rin et­ki­si­ni de azal­tır. Ki­tin ta­ba­ka­sı­nın üze­rin­de­ki özel kap­la­ma mad­de­si sa­ye­sin­de dı­şa­rı­dan içe­ri su ge­çir­mez. Vü­cut için­de­ki sı­vı­la­rın da dı­şa­rı çık­ma­sı­na izin ver­mez.9 En zor şart­lar­dan, ör­ne­ğin yük­sek sı­cak­lık­tan hat­ta rad­yas­yon­dan bi­le et­ki­len­mez. Bu ta­ba­ka­nın bir özel­li­ği de yan­da­ki re­sim­ler­de ör­nek­le­ri gö­rül­dü­ğü gi­bi ço­ğu za­man et­ra­fa tam uyum sağ­la­ya­cak bir renk­te­ ol­ma­sı­dır. Bu sa­ye­de bö­cek bu­lun­du­ğu or­tam­da düş­man­la­rı ta­ra­fın­dan fark edil­me­den ya­şa­mı­nı sür­dü­re­bi­lir. Bu ta­ba­ka­nın renk­le­ri, ba­zen de çev­re­de­ki av­cı düş­man­la­ra cay­dı­rı­cı­lık sağ­la­ya­cak ka­dar par­lak ola­bi­lir.

Pek çok bö­ce­ğin dış ka­bu­ğu­nu oluş­tu­ran ki­tin mad­de­si, sağ­lam­lı­ğı, es­nek­li­ği ve izo­las­yon gü­cüy­le her yön­den mü­kem­mel bir mal­ze­me­dir. Bu ka­dar dik­kat çe­ki­ci özel­lik­le­re sa­hip olan bir mad­de in­sa­nın ak­lı­na, “Eğer uçak­lar ve uzay ge­mi­le­ri ki­ti­nin özel­lik­le­ri­ne sa­hip bir mad­de­den ya­pıl­sa­lar­dı na­sıl olur­du?” so­ru­su­nu ge­ti­re­cek­tir. Açık­ça­sı bu mal­ze­me ha­va­cı­lık uz­man­la­rı­nın ha­ya­li­ni kur­duk­la­rı bir ya­pı­ya sa­hip­tir. An­cak in­san­lar tek­no­lo­ji ala­nın­da­ki ge­liş­me­le­re rağ­men he­nüz böy­le bir ba­şa­rı­ya ula­şa­ma­mış­lar­dır.

21. yüz­yıl tek­no­lo­ji­si ile ben­ze­ri üre­til­me­ye ça­lı­şı­lan ki­tin mad­de­si bö­cek­ler ilk or­ta­ya çık­tık­la­rı an­dan iti­ba­ren var­dır. Ve bu mad­de, yu­ka­rı­da da be­lirt­ti­ği­miz gi­bi, bir bö­ce­ğin sa­hip ola­bi­le­ce­ği en ide­al kap­la­ma mal­ze­me­si­dir. Can­lı­yı her tür­lü teh­li­ke­den ko­ru­ya­cak özel­lik­ler­de­ki bu mad­de­nin, te­sa­dü­fen or­ta­ya çık­ma­sı ise el­bet­te im­kan­sız­dır. Hiç­bir bö­cek ken­di ira­de­siy­le ka­rar ve­rip ken­di­ne böy­le ide­al bir ko­ru­ma mal­ze­me­si üret­miş ola­maz. Özel bir yapıya sa­hip olan bu mad­de do­ğa­da­ki ta­şın, top­ra­ğın ka­ra­rıy­la da or­ta­ya çık­ma­mış­tır. Bu mad­de, kap­la­dı­ğı bö­cek­le­rin tüm ola­ğa­nüs­tü özel­lik­le­riy­le bir­lik­te tam bir uyum için­de Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış­tır.



Gök­le­rin ve ye­rin ya­ra­tıl­ma­sı ile on­lar­da her can­lı­dan tü­re­tip-yay­ma­sı O’nun ayet­le­rin­den­dir. Ve O, di­le­ye­ce­ği za­man on­la­rın hep­si­ni top­la­ma­ya güç yetiren­dir. (Şura Suresi, 29)




KARIN­CA OTEL­LE­Rİ

Bir can­lı baş­ka bir can­lı­ya yar­dım edi­yor­sa, onun ra­hat ede­ce­ği or­tam­la­rı ha­zır­la­yıp, ih­ti­yaç­la­rı­nı gi­de­ri­yor­sa bu bir­lik­te­li­ğin te­sa­dü­fen ger­çek­leş­ti­ği el­bet­te ki id­dia edi­le­mez. Şu­uru ol­ma­yan can­lı­la­rın bi­re­bir uyum gös­ter­me­le­ri, bir­bir­le­ri­ne fay­da ve­re­cek dav­ra­nış­lar­da bu­lun­ma­la­rı bu can­lı­lar­da­ki üstün ya­ra­tı­lı­şı ka­nıt­lar. Bir­lik­te ya­şa­yan can­lı­lar tek bir Ya­ra­tı­cı, ya­ni Allah ta­ra­fın­dan bir­bir­le­ri­ne uyum­lu ola­cak özel­lik­ler­le ya­ra­tıl­mış­lar­dır. Bu tarz can­lı­la­ra en be­lir­gin ör­nek­ler­den bi­ri ola­rak bit­ki­le­ri ve ka­rın­ca­la­rı ve­re­bi­li­riz.

Ba­zı bit­ki­ler­de bi­yo­lo­ji di­lin­de “do­ma­tia” adı ve­ri­len de­rin oyuk­lar var­dır. (yan say­fa kü­çük re­sim) Bu oyuk­la­rın tek fonk­si­yo­nu ka­rın­ca ko­lo­ni­le­ri­ne sı­ğı­nak oluş­tur­mak­tır. Bu bit­ki­ler­de ka­rın­ca­la­rın ko­lay­ca bit­ki­nin içi­ne gi­rip çık­ma­la­rı­nı sağ­la­yan de­lik­ler ya da do­ku­lar­dan olu­şan in­ce per­de­ler var­dır. Bu böl­me­ler­de de ka­rın­ca­lar ta­ra­fın­dan top­la­nıp yen­me­si için bit­ki­nin özel ola­rak üret­ti­ği be­sin oluş­mak­ta­dır. Bu be­sin­le­rin tek fonk­si­yo­nu da yi­ne ka­rın­ca­la­rı bes­le­mek­tir. Bit­ki­nin ken­di­si için gö­rü­nen bir fay­da­sı yok­tur.10 Kı­sa­ca­sı “do­ma­tia”lar ka­rın­ca­la­rın ya­şam­la­rı­nı sür­dü­re­bil­me­si için ya­ra­tıl­mış çok özel ya­pı­lar­dır. Isı ve nem mik­ta­rı den­ge­si, ka­rın­ca­la­rın is­te­di­ği ide­al or­ta­mı ha­zır­la­mak­ta­dır. Ka­rın­ca­lar, ken­di­le­ri için ha­zır­lan­mış bu özen­li yer içe­ri­sin­de, ne­re­dey­se in­san­la­rın lüks otel­ler­de ra­hat ede­bi­le­ce­ği ka­dar ra­hat eder­ler.

Baş­ka bir ör­nek ola­rak da bir ka­rın­ca çe­şi­di olan Phi­lid­ris ile bu­nun ev sa­hi­bi bit­ki­si olan Disc­hi­dia ma­jor’u ve­re­bi­li­riz. Bu can­lı­lar tüm ya­şam­la­rı bo­yun­ca or­tak bir “kim­ya­sal üre­tim” ya­par­lar. Söz ko­nu­su bit­ki­nin top­ra­ğa iş­le­yen kök­le­ri yok­tur ve bu ne­den­le di­ğer bit­ki­le­re do­la­na­rak des­tek alır. Bit­ki, kar­bon ve nit­ro­jen ka­zan­cı­nı ar­tır­mak için­se çok il­ginç bir me­to­da sa­hip­tir. Ka­rın­ca­la­rın bu bit­ki­nin için­de, yav­ru­la­rı­nı ye­tiş­tir­dik­le­ri ve or­ga­nik ar­tık­la­rı (ölü ka­rın­ca­lar, bö­cek par­ça­la­rı vs.) sak­la­dık­la­rı “ka­rın­ca yap­ra­ğı” de­nen bir de­po­la­rı var­dır. Bit­ki, bu kı­rın­tı­la­rı bir nit­ro­jen kay­na­ğı ola­rak kul­la­nır. Ay­rı­ca yap­rak boş­luk­la­rı­nın iç yü­zey­le­ri de ka­rın­ca ta­ra­fın­dan so­lu­nan kar­bon­di­ok­si­di em­mek­te ve böy­le­ce gö­ze­nek­ler­den çı­kan su kay­bı­nı azalt­mak­ta­dır.11 Bu bit­ki tro­pi­kal ik­lim­de ye­tiş­me­si­ne rağ­men, su kay­bı­nı ön­le­mek onun için çok önem­li­dir. Çün­kü kim­ya­cı bit­ki­le­rin kök­le­ri ol­ma­dı­ğın­dan top­rak­ta­ki su­ya hiç­bir za­man ula­şa­maz­lar. Böy­le­ce ka­rın­ca­lar, ken­di­le­ri­ne ba­rı­nak sun­ma­sı­na kar­şı­lık ola­rak, bit­ki­nin iki önem­li ih­ti­ya­cı­nı kar­şı­la­mış olur­lar.

Her iki ör­nek­te de gö­rü­len ya­pı­la­rın te­sa­dü­fen mey­da­na gel­dik­le­ri­ni, te­sa­dü­fen ka­rın­ca­la­ra uy­gun yi­ye­cek­ler üret­tik­le­ri­ni ve on­la­ra uy­gun şe­kil­ler al­dık­la­rı­nı id­dia et­mek ke­sin­lik­le müm­kün de­ğil­dir. Ka­rın­ca-bit­ki iliş­ki­le­ri, yer­yü­zün­de tek bir Ya­ra­tı­cı, ya­ni Allah ta­ra­fın­dan yaratılan olağanüs­tü den­genin delil­lerin­den sadece biridir.



IŞIK SA­ÇAN

CAN­LI­LAR­DA­Kİ İH­Tİ­ŞAM

Işık sa­çan can­lı­la­rın en bi­li­nen­le­ri ateş bö­cek­le­ri­dir. Bi­li­ma­dam­la­rı yıl­lar­dır sür­dür­dük­le­ri araş­tır­ma­la­r ve ça­lış­ma­lar­la ateş bö­cek­le­ri­nin üret­tik­le­ri ka­dar ve­rim­li bir ışık üret­me­ye ça­lış­mak­ta­dır­lar. Işık­tan mak­si­mum ve­rim el­de eden ve ne­re­dey­se hiç ener­ji kay­bet­me­yen ateş bö­cek­le­ri, bu özel­lik­le­ri ne­de­niy­le yıl­lar­dır araş­tır­ma ko­nu­su ol­muş­lar­dır.

Ger­çek­te bir can­lı­nın ışık üret­me­si, ay­nı za­man­da da bu ışı­ğın ısı­sın­dan et­ki­len­me­me­si son de­re­ce şa­şır­tı­cı­dır. Çün­kü bi­lin­di­ği gi­bi, gü­nü­müz tek­no­lo­ji­si ile ger­çek­leş­ti­ri­len ışık üre­ti­min­de, mut­la­ka bir sı­cak­lık açı­ğa çı­kar ve bu sı­cak­lık da dı­şa­rı­ya ısı ener­ji­si ola­rak ve­ri­lir. Do­la­yı­sıy­la bu du­rum­da ışık üre­ten can­lı­la­rın ken­di­le­ri­nin de bu yük­sek ısı­dan za­rar gör­me­le­ri ge­rek­mek­te­dir. Oy­sa ışık üre­ten can­lı­lar ken­di üret­tik­le­ri sı­cak­lık­tan hiç et­ki­len­mez­ler. Çün­kü ge­nel­lik­le bu can­lı­lar ışık üret­tik­le­ri sı­ra­da çok faz­la mik­tar­da bir sı­cak­lık da açı­ğa çık­maz. So­ğuk ışık de­nen bir tür ışık üre­tir­ler. Vü­cut sis­tem­le­ri bu­na uy­gun ola­rak ta­sar­lan­mış­tır.

Ateş bö­cek­le­ri vü­cut­la­rı­nın için­de ger­çek­le­şen kim­ya­sal re­ak­si­yon­lar so­nu­cu ye­şil-sa­rı ışık­lar üre­ten bö­cek­ler­dir. Ha­ber­leş­mek ve çift­leş­me me­sa­jı ve­re­bil­mek için bu ışık­la­rı kul­la­nan ateş bö­cek­le­rin­de tü­re gö­re ışıl­da­ma uzun­lu­ğu de­ği­şir. Ay­rı­ca ba­zı tür­ler­de, di­şi­yi cez­bet­mek için ön­ce er­kek ateş bö­ce­ği ışıl­dar­ken, bir di­ğe­rin­de çağ­rı­yı di­şi­ ateş bö­cek­le­ri ya­pa­bi­lir. Ba­zı tür­ler ise ışık­la­rı­nı ken­di­le­ri­ni düş­man­la­rı­na kar­şı sa­vun­mak için kul­la­nır­lar. Saç­tık­la­rı ışık ay­nı za­man­da düş­man­la­rı­na tad­la­rı­nın kö­tü ol­du­ğu me­sa­jı­nı da ile­tir.12

Ateş bö­cek­le­ri­nin ya­nı­sı­ra çe­şit­li de­niz al­tı can­lı­la­rı, bö­cek­ler ve da­ha pek çok can­lı tü­rü de ken­di ışık­la­rı­nı ken­di­le­ri üre­tir­ler. Her bi­ri­nin ışı­ğı üre­tim şe­kil­le­ri, kul­la­nım alan­la­rı, sü­re­le­ri ve üre­ti­len ışı­ğın cin­si gi­bi özel­lik­le­ri bir­bi­rin­den çok fark­lı­dır.

Bu can­lı­la­ra kul­la­na­bi­le­cek­le­ri ni­te­lik­ler­de ışık üre­te­bi­le­cek­le­ri sis­tem­le­ri ve­ren, bu sis­tem­le­rin de­vam­lı­lı­ğı­nı sağ­la­yan ise el­bet­te can­lı­la­rın ken­di­le­ri de­ğil­dir. Te­sa­düf­ler so­nu­cun­da ışık üre­te­bi­le­cek ve bu üre­ti­mi ya­par­ken can­lı­nın ken­di­ne hiç­bir za­rar ver­me­ye­cek komp­leks or­gan­la­rın or­ta­ya çık­ma­sı da müm­kün de­ğil­dir. Işık sa­çan tüm can­lı­lar Allah’ın üs­tün ya­rat­ma sa­na­tı­nın de­lil­le­rin­den­dir. Allah son­suz bil­gi, akıl ve kud­re­ti­nin de­lil­le­ri­ni, ya­rat­tı­ğı can­lı­lar va­sı­ta­sıy­la biz­le­re tanıt­mak­tadır.



Bu, Allah’ın ya­rat­ma­sı­dır. Şu hal­de, O’nun dı­şın­da olan­la­rın ya­rat­tık­la­rı­nı Ba­na gös­te­rin. Ha­yır, zul­me­den­ler, açık­ça bir sa­pık­lık için­de­dir­ler. (Lok­man Suresi, 11)



IŞIK ÜRE­TEN

DE­Nİ­ZAL­TI CAN­LI­LA­RI

De­ni­z al­tı can­lı­la­rın­dan bir­ço­ğu da ateş bö­cek­le­ri gi­bi ışık üre­te­bi­le­cek­le­ri sis­tem­le­re sa­hip­tir. Ge­nel­lik­le bu­nu düş­man­la­rı­nı şa­şırt­mak ya da kor­kut­mak için kul­la­nır­lar. Bun­lar­dan Comb Jelly isim­li can­lı, tıp­kı de­nizana­la­rı ve de­nizane­mon­la­rı gi­bi has­sas can­lı­lar­dan­dır. Ge­nel­lik­le mik­ros­ko­bik bit­ki­ler ve kü­çük de­nizhay­van­la­rı ile bes­le­nir­ler. Ba­zı­la­rı av­la­rı­nı tıp­kı ba­lık ol­ta­sı gi­bi su­da ha­re­ket eden ya­pış­kan do­ku­naç­la­rı ile ya­ka­lar. Bir baş­ka tü­rün ise çok ge­niş bir bi­çim­de açı­la­bi­len ve di­ğer Comb Jelly­ler de da­hil ol­mak üze­re pek çok can­lı­yı yu­ta­bi­len ağız­la­rı var­dır. Comb Jelly’nin vü­cu­dun­da sı­ra ha­lin­de in­ce tüy­ler bu­lu­nur ve hay­van bu tüy­le­ri­ni su­da ken­di­ni ile­ri doğ­ru ite­bil­mek için kul­la­nır. Bun­dan baş­ka he­men he­men bü­tün Comb Jelly­ler’in sır­tın­da tıp­kı di­kiş ye­ri­ne ben­ze­yen şe­rit­ler ha­lin­de ışık üre­te­bi­len hüc­re­ler bu­lun­mak­ta­dır. Tür­le­rin de ken­di iç­le­rin­de il­ginç özel­lik­le­ri var­dır. Ör­ne­ğin kır­mı­zı Comb Jelly do­ku­nul­du­ğun­da par­lar. Ay­nı za­man­da su­ya pa­rıl­da­yan, ışık­lı ta­ne­ler bı­ra­ka­bi­lir. Bu, düş­man­lar­dan kur­tul­mak için kul­la­nı­lan bir şa­şırt­ma yön­te­mi­dir.13

De­niz­yıl­dız­la­rı, de­niz­kes­ta­ne­le­ri, tüy­lü yıl­dız­lar gi­bi can­lı­lar “di­ken­li hay­van­lar” ola­rak ad­lan­dı­rı­lır. Bu hay­van­la­rın bir­ço­ğu­nun de­ri­si sa­vun­ma ama­cıy­la kul­lan­dık­la­rı kes­kin di­ken­ler­le kap­lı­dır. De­niz kı­yı­la­rın­da, mer­can ka­ya­lık­la­rın­da ve de­niz ya­tak­la­rın­da ya­şar­lar. Bu can­lı­lar da düş­man­la­rın­dan ko­run­mak için ken­di ışık­la­rı­nı üre­tir­ler. Par­lak kol­la­ra ya da omur­ga­la­ra sa­hip olan bu can­lı­lar ken­di­le­ri­ne sal­dı­rı ol­du­ğun­da su­da ışık bu­lut­la­rı oluş­tu­ra­bi­lir.

Ko­run­mak için ışık üre­ten can­lı­la­ra baş­ka bir ör­nek ola­rak da bir de­nizyıl­dı­zı tü­rü­nü ve­re­bi­li­riz. Bu de­niz­yıl­dı­zı, de­niz yü­ze­yi­nin yak­la­şık 1000 m. di­bin­de ya­şa­mak­ta­dır. Kol­la­rı­nın ucun­dan par­lak ye­şil-ma­vi ışık­lar sa­çar. Işık­lı uya­rı­sı düş­man­la­rı­na kö­tü bir ta­dı ol­du­ğu­nu bil­dir­mek için­dir. Yi­ne baş­ka bir de­niz­yıl­dı­zı tü­rü ise ken­di­si­ne sal­dı­rıl­dı­ğın­da par­la­ma­ya baş­lar ve düş­ma­nı uzak­laş­tır­mak için kol­la­rın­dan bi­ri­ni düş­ma­na doğ­ru fır­la­tır. Bu, de­niz­yıl­dı­zı­nın kul­lan­dı­ğı önem­li bir sa­vun­ma tak­ti­ği­dir. Ko­pan ko­lun be­yaz ışık saç­ma­ya de­vam et­me­si düş­ma­nın dik­ka­ti­ni ko­la yö­nel­tir. De­niz­yıl­dı­zı da bu sı­ra­da ka­çar.14

Can­lı­lar­da­ki ışık üret­me me­ka­niz­ma­la­rı da, gö­rül­dü­ğü gi­bi, Allah’ın ya­ra­tı­şın­da­ki muh­te­şem­li­ğin ör­nek­le­rin­den­dir. Allah hiç­bir ör­nek edin­mek­sizin yaratan­dır.



... Ha­yır, gök­ler­de ve yer­de her ne var­sa O’nun­dur, tü­mü O’na gö­nül­den bo­yun eğ­miş­ler­dir. Gök­le­ri ve ye­ri (bir ör­nek edin­mek­si­zin) ya­ra­tan­dır. O, bir işin ol­ma­sı­na ka­rar ve­rir­se, ona yal­nız­ca “Ol” der, o da he­men oluverir. (Bakara Suresi, 116-117)



YUNUS­LAR­DA­Kİ

ÜSTÜN YARATILIŞ

Yu­nus­lar için ne­fes al­mak in­san­lar­da ve­ya di­ğer ka­ra me­me­li­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi bir ref­leks de­ğil­dir, ira­de­li bir ha­re­ket­tir.15 Ya­ni biz na­sıl yü­rü­me­ye ka­rar ve­ri­yor­sak, yu­nus­lar da ne­fes al­ma­ya ka­rar ve­rir. Bu, hay­va­nın su­da uyur­ken bo­ğu­la­rak öl­me­me­si için alın­mış bir ted­bir­dir. Yu­nus uy­ku­su sı­ra­sın­da bey­ni­nin sağ ve sol ya­rım kü­re­le­ri­ni yak­la­şık on beş da­ki­ka aray­la nö­bet­le­şe kul­la­nır. Bir ya­rım kü­re uyur­ken, di­ğer ya­rım kü­re yü­ze­ye çı­ka­rak hay­va­nın ne­fes al­ma­sı­nı kont­rol eder.

Yu­nus­lar ba­lık­lar gi­bi su için­de ne­fes alıp ve­re­mez­ler. Bu ne­den­le ne­fes al­mak için dü­zen­li ola­rak su yü­ze­yi­ne çı­kar­lar. Baş­la­rı­nın üs­tün­de ha­va alıp ver­me­le­ri­ni sağ­la­yan bir de­lik bu­lu­nur. Yu­nus­la­rın vü­cu­du öy­le­si­ne mü­kem­mel bir ya­pı­ya sa­hip­tir ki hay­van su­ya dal­dı­ğın­da bu de­lik bir ka­pak ta­ra­fın­dan oto­ma­tik ola­rak ör­tü­lür ve bu sa­ye­de içe­ri su kaç­ma­sı ön­len­miş olur. Su yü­ze­yi­ne çı­kıl­dı­ğın­da ise, ka­pak yi­ne oto­ma­tik ola­rak açı­lır.

Yu­nus­la­rın ağız­la­rın­da­ki ga­ga­ya ben­zer çı­kın­tı ise su­da­ki ha­re­ket­le­ri­ni ko­lay­laş­tı­ran bir baş­ka özel­lik­tir. Hay­van bu ya­pı sa­ye­sin­de su­yu da­ha iyi yar­mak­ta ve da­ha az ener­ji har­ca­ya­rak, da­ha hız­lı yü­ze­bil­mek­te­dir. Mo­dern ge­mi­le­rin bu­run­la­rın­da da yu­nus­la­rın ağ­zı­na ben­zer bir çı­kın­tı var­dır. Bu hid­ro­di­na­mik ya­pı, ge­mi­le­rin hı­zı­nı da ay­nen yu­nus­la­rın­ki gi­bi ar­tır­mak­ta­dır.

Yu­nus­lar ay­rı­ca bi­li­ma­dam­la­rı­nı şaş­kın­lı­ğa dü­şü­re­cek ka­dar bü­yük hız­lar­la yol ala­bi­lir­ler. Yu­nus ba­lık­la­rı­nın be­den­le­ri­nin çev­re­sin­de ku­sur­suz bir su akı­şı var­dır. Bu akı­şın ne­de­ni yu­nus ba­lı­ğı­nın de­ri­si üze­rin­de ya­pı­lan araş­tır­ma­lar so­nu­cun­da bu­lun­muş­tur. Yu­nus ba­lı­ğı­nın de­ri­si üç kat­man­dan olu­şur. Dış­ta­ki kat­man in­ce­dir ve çok es­nek­tir; iç­te­ki kat­man ka­lın­dır, kat­ma­na plas­tik kıl­lı bir fır­ça gö­rü­nü­mü ve­ren ve yi­ne es­nek olan çu­buk­lar­dan olu­şur. Kat­man­la­rın üçün­cü­sü olan or­ta­da­ki kat­man ise, sün­ge­rim­si bir mad­de­den ya­pıl­mış­tır. Böy­le­ce, son hız­la yü­zen yu­nus ba­lı­ğı­na de­ğen su­dan bir gir­dap oluş­ma­ya baş­la­dı­ğı za­man, dış de­ri, bu gir­da­bın ne­den ol­du­ğu aşı­rı ba­sın­cı iç kat­man­la­ra ile­tir ve iç kat­man­lar bu aşı­rı ba­sın­cı sön­dü­rür­ler. Olu­şan gir­dap, böy­le­ce bü­yü­me­ye za­man bu­la­ma­dan kay­bol­muş olur.16

Hay­van­lar için­de sa­de­ce yu­nus­la­ra özel olan bu ya­pı­la­rın tü­mü üs­tün bir ya­ra­tı­lı­şın açık de­lil­le­rin­den­dir. Allah her can­lı gi­bi yu­nus­la­rı da için­de bu­lun­duk­la­rı şart­la­ra en uy­gun vü­cut ya­pı­la­rıy­la bir­lik­te ya­rat­mış­tır.



DENİ­Z AL­TIN­DA İL­GİNÇ BİR CAN­LI:

NU­DIB­RANCH

Çok il­ginç di­zayn­la­ra ve ola­ğa­nüs­tü renk­le­re sa­hip olan Nu­dib­ranch ka­bu­ğu ol­ma­yan bir sal­yan­goz tü­rü­dür. Son de­re­ce göz alı­cı gö­rü­nüm­le­ri olan bu can­lı­lar de­niz al­tı­nın en il­gi çe­ki­ci can­lı­la­rın­dan­dır. Bu sal­yan­goz çok par­lak renk­le­re sa­hip­tir ve son de­re­ce göz alı­cı­dır. Ay­rı­ca son de­re­ce yu­mu­şak bir be­de­ne de sa­hip­tir­ler. Ken­di­le­ri­ni ko­ru­ya­cak bir ka­buk­la­rı da yok­tur. Bu dış gö­rü­nüm pek çok can­lı için son de­re­ce ca­zip ol­ma­sı­na rağ­men çok az hay­van Nu­dib­ranch­lar­la bes­le­nir. Çün­kü Nu­dib­ranch­la­rın çar­pı­cı renk­le­ri çok ze­hir­li ol­duk­la­rı­nı düş­man­la­rı­na ha­ber ve­rir.

Bu de­nizsal­yan­go­zu tü­rü­nün dik­kat çe­ki­ci özel­li­ği kuv­vet­li bir ze­hir ta­şı­yan “ısır­gan hüc­re­le­ri”ne sa­hip ol­ma­sı­dır. İş­te Nu­dib­ranch­lar bu “ısır­gan hüc­re­le­ri” sa­ye­sin­de düş­man­la­rın­dan ko­lay­lık­la ko­ru­nur­lar. An­cak da­ha da il­gin­ci bu hüc­re­le­ri ken­di­le­ri­nin üret­me­me­si­dir. Nu­dib­ranch­lar Hyro­id de­nen can­lı­lar­la bes­le­nir ve on­la­rı sin­di­rim sis­tem­le­rin­de öğüt­mez­ler. Bu hay­van­lar Nu­dib­ranc­hın sin­di­rim sis­te­mi için­de ko­ru­yu­cu mu­kus­la kap­la­nır ve ısır­gan hüc­re ola­rak ona bir ko­ru­ma sağ­lar­lar.17

Kuş­ku­suz bir Nu­dib­ranc­hın, Hyro­id­le­rin ze­hir­li ol­du­ğu­nu ve bu ze­hi­rin ken­di­si­ne hiç­bir za­rar ver­me­ye­ce­ği­ni, ama ay­nı za­man­da düş­man­la­rın­dan da ko­run­ma­la­rı­nı sağ­la­ya­ca­ğı­nı bil­me­si­ne im­kan yok­tur. Böy­le bir şe­yi de­ne­ye­rek öğ­ren­me­si de müm­kün de­ğil­dir. O hal­de Nu­dib­ranch­lar bu il­gi çe­ki­ci sa­vun­ma me­to­du­nu na­sıl keş­fet­miş­ler­dir?

İş­te bu nok­ta­da kar­şı­mı­za tüm ka­inat­ta apa­çık ola­rak gö­rü­len ger­çek bir kez da­ha çı­kar. Hem de­sen ve renk çe­şit­li­li­ği ile hem de ze­hir­le­ri­ni el­de et­me yön­tem­le­riy­le dik­kat çe­ken Nu­dib­ranch­la­ra ne­ler yap­ma­la­rı ge­rek­ti­ği­ni il­ham eden, vü­cut­la­rın­da Hyro­id­le­rin ze­hi­ri­ni et­ki­siz ha­le ge­ti­re­cek bir sis­tem ya­ra­tan, tüm ka­ina­tın Rab­bi olan Allah’tır. Allah bü­tün can­lı­la­rı çe­şit­li renk­ler­de ve çok fark­lı özel­lik­le­re sa­hip ola­rak ya­ra­tır. Allah’ın son­suz gü­cü­nü böy­le ör­nek­ler­le öğ­re­nen in­sa­na dü­şen ise Allah’ı tes­bih ede­rek, sa­de­ce Allah’ın hoş­nut ola­ca­ğı umulan, gü­zel bir ah­lak ser­gi­le­mek­tir. Allah ayet­le­rin­de şöy­le bu­yur­mak­ta­dır:



İn­san­lar­dan, hay­van­lar­dan ve da­var­lar­dan da renk­le­ri böy­le de­ği­şik olan­lar var­dır. Kul­la­rı için­de ise Allah’tan an­cak alim olan­lar ‘iç­le­ri tit­re­ye­rek-kor­kar’. Şüp­he­siz Allah, üs­tün ve güç­lü olan­dır, ba­ğış­la­yan­dır. (Fa­tır Suresi, 28)



PAPA­ĞAN BA­LI­ĞI­NIN

UY­KU TU­LU­MU

Pa­pa­ğan ba­lık­la­rı özel­lik­le ge­ce­le­ri ken­di üret­tik­le­ri je­la­ti­nim­si bir mad­de ile tüm vü­cut­la­rı­nı kap­lar­lar. Ön­ce­lik­le bu je­la­ti­nim­si mad­de­nin na­sıl üre­til­di­ği­ne ve kul­la­nıl­dı­ğı­na bir ba­ka­lım. Pa­pa­ğan ba­lık­la­rı ge­ce­le­ri ken­di­le­ri­ni dış et­ken­ler­den ko­ru­mak için bu je­la­ti­nim­si mad­de­yi üre­tir­ler. Bu mad­de ba­lı­ğı ge­ce­le­ri ak­tif olan ve cid­di bir teh­li­ke oluş­tu­ran düş­man­la­rın­dan ko­rur­ken bir yan­dan da ba­lı­ğın ka­muf­laj yön­te­miy­le giz­len­me­si­ni sağ­lar.

Bu je­la­ti­nim­si kı­lıf ön­ce so­lun­gaç boş­lu­ğu­nun üst ke­na­rın­da bu­lu­nan sal­gı be­zin­den ne­fes alıp ve­rir­ken sal­gı­la­nır. Bir sü­re son­ra bu kı­lıf ba­lı­ğın tüm vü­cu­du­nu sa­rar. Bu şef­faf uy­ku tu­lu­mu­nun en önem­li fonk­si­yo­nu da ba­lı­ğı en bü­yük düş­man­la­rın­dan olan mü­ren ba­lık­la­rı­na kar­şı ko­ru­mak­tır. Mü­ren­ler ola­ğa­nüs­tü has­sas bir ko­ku al­ma ye­te­ne­ği­ne sa­hip­tir­ler ve av­la­rı­nı bu ye­te­nek­le­ri sa­ye­sin­de bu­lur­lar. Fa­kat bu ko­ru­yu­cu ça­nak sa­ye­sin­de mü­ren, pa­pa­ğan ba­lı­ğı­nın ko­ku­su­nu ala­ma­dı­ğı gi­bi, ya­nın­dan ge­çer­ken avı­na çarp­sa bi­le onu fark ede­mez.

Bu du­rum­da şu­nu dü­şün­mek ge­re­kir: Pa­pa­ğan ba­lık­la­rı ge­ce­le­ri kul­lan­dık­la­rı bu ko­ru­yu­cu kı­lı­fı na­sıl el­de et­miş­ler­dir? Düş­man­la­rı olan mü­ren ba­lık­la­rı­nın kuv­vet­li ko­ku al­ma du­yu­su­nu aşa­bi­le­cek, ge­ce­yi ra­hat­lık­la ge­çir­me­le­ri­ni sağ­la­ya­cak böy­le­si­ne önem­li bir mad­de­yi na­sıl keş­fet­miş­ler­dir?

Kuş­ku­suz kim­ye­vi bir mad­de­yi ken­di vü­cu­dun­da üre­tip ken­di­si­ni bu mad­dey­le kap­la­ma­yı bir ba­lı­ğın ak­let­me­si­ni, plan­la­ma­sı­nı bek­le­mek müm­kün de­ğil­dir. Üs­te­lik böy­le bir olu­şu­mun za­man için­de ken­di­li­ğin­den mey­da­na gel­me­si de müm­kün de­ğil­dir. Na­sıl ki re­sim­de­ki pa­pa­ğan ba­lı­ğı böy­le bir mad­de­yi üret­me­yi ken­di bi­lin­ciy­le plan­la­yıp, vü­cu­dun­da böy­le bir sis­te­mi ken­di ira­de­siy­le oluş­tu­ra­maz­sa, bun­dan 1000 se­ne ön­ce, 10.000 se­ne ön­ce ya­şa­mış bir pa­pa­ğan ba­lı­ğı da bu­nu ya­pa­maz.

Ba­lı­ğın vü­cu­du­nun düş­ma­nı­na kar­şı çok uy­gun bir je­la­tin­le kap­lan­mış ol­ma­sı çok us­ta­ca bir ka­muf­laj yön­te­mi­dir. Böy­le bir özel­li­ğin te­sa­dü­fen or­ta­ya çı­ka­ma­ya­ca­ğı, üs­tün bir güç ta­ra­fın­dan var edil­di­ği açık­tır. Bu ben­ze­ri ol­ma­yan güç, ba­lı­ğa ya da baş­ka her­han­gi bir var­lı­ğa de­ğil, tüm bun­la­rı var edip dü­zen­leyen Allah’a ait­tir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:



İş­te Rab­bi­niz olan Allah bu­dur. O’ndan baş­ka İlah yok­tur. Her­şe­yin Ya­ra­tı­cı­sı’dır, öy­ley­se O’na kul­luk edin. O, her­şe­yin üs­tün­de bir ve­kil­dir. Göz­ler O’nu id­rak ede­mez; O ise bü­tün göz­le­ri id­rak eder. O, La­tif olan­dır, ha­ber­dar olan­dır. (Enam Suresi, 102-103)



AK­REP BA­LIK­LA­RI­NIN

KA­MUF­LA­JI

Re­sim­de gö­rü­len ak­rep ba­lı­kla­rı­na bir ba­kın, için­de bu­lun­duk­la­rı or­tam­dan ayırt et­me­nin ne ka­dar zor ol­du­ğu­nu he­men fark ede­cek­si­niz.

Ak­rep ba­lık­la­rı ılı­man ve tro­pik ku­şak­ta­ki de­niz ya­ta­ğın­da ya­şar ve hiç­bir za­man açık de­ni­ze çık­maz­lar. Bu ba­lık­lar eto­bur­dur­lar ve kü­çük ba­lık­la­rı yer­ler. Gö­ğüs böl­ge­le­rin­de­ki yüz­geç­ler ba­lı­ğın düş­man­la­rı­nı en­gel­le­mek için kul­lan­dı­ğı mü­kem­mel si­lah­lar­dır. Ba­lı­ğın kır­mı­zı-be­yaz çiz­gi­le­ri ya­şa­dı­ğı mer­can­la­rın için­de ka­muf­le ol­ma­sı­nı sağ­lar. Ak­rep ba­lı­ğı son de­re­ce renk­li bir gö­rü­nü­me sa­hip­tir ama ay­nı şe­kil­de ya­şa­dı­ğı mer­can­lar da çok renk­li ol­du­ğu için mer­can­la­rın için­de ko­lay­lık­la kay­bo­lur. Bu da av ol­ma ris­ki­ni azal­tır. Ay­nı za­man­da avı­na da ra­hat­lık­la yak­laş­ma­sı­na ola­nak ve­rir.18

Ak­rep ba­lık­la­rın­da ol­du­ğu gi­bi de­ni­z al­tı can­lı­la­rı­nın pek ço­ğu­nu ya­şa­dık­la­rı or­ta­mın için­den ayırt et­mek müm­kün de­ğil­dir. Bu can­lı­la­rın var­lı­ğı an­cak ha­re­ket et­tik­le­rin­de an­la­şı­lır. De­ni­z al­tın­da ku­sur­suz bir şe­kil­de ka­muf­le olan can­lı­lar bu renk­le­ri kul­la­na­rak av­la­nır­lar, ürer­ler, me­saj­lar gön­de­rir­ler. Pe­ki bu uyum na­sıl or­ta­ya çık­mış­tır? Bir ba­lı­ğın vü­cu­du­nu, için­de ya­şa­dı­ğı ka­ya ile ay­nı renk, hat­ta ay­nı çı­kın­tı­lı gö­rü­nüm­de ya­pan, bir ka­ri­de­si de­niz bit­ki­le­ri­nin renk­le­ri­ne bü­rü­yen kim­dir?

Te­sa­dü­fen ger­çek­le­şe­cek kim­ya­sal iş­lem­le­rin ya da her­han­gi baş­ka bir et­ki­nin bu can­lı­la­ra bu­lun­duk­la­rı or­ta­mın ren­gi­ni ver­me­si im­kan­sız­dır. Bir ba­lı­ğın, bir ka­ri­de­sin ya da bir yen­ge­cin renk kav­ra­mın­dan ha­ber­dar ol­ma­sı ve ken­din­de renk de­ği­şik­li­ği ya­pa­bi­le­cek sis­tem­ler üret­me­si de im­kan­sız­dır. Böy­le bir dü­şün­ce ha­ya­li ol­mak­tan öte­ye gi­de­me­ye­cek­tir. Böy­le bir sis­te­min ta­sar­lan­ma­sı, can­lı­la­ra bu sis­te­min yer­leş­ti­ril­me­si, ne­sil­den ne­si­le ak­ta­rıl­ma­sı için gen­le­rin­de dü­zen­le­me ya­pıl­ma­sı ve bu bil­gi­le­rin can­lı­la­rın hüc­re­le­rin­de kod­lan­ma­sı an­cak çok üs­tün bir güç sa­hi­bi ta­ra­fın­dan ya­pı­la­bi­lir.

Bu üs­tün güç sa­hi­bi Allah’tır. Bü­tün can­lı­ları sa­hip ol­duk­la­rı özel­lik­ler­le bir­lik­te kudret sahibi olan Allah yaratmıştır.



Al­lah... O’ndan baş­ka İlah yok­tur. Di­ri­dir, Ka­im­dir. O’nu uyuk­la­ma ve uy­ku tut­maz. Gök­ler­de ve yer­de ne var­sa hep­si O’nun­dur. İz­ni ol­mak­sı­zın O’nun Ka­tın­da şe­fa­at­te bu­lu­na­cak kim­dir? O, ön­le­rin­de­ki­ni ve ar­ka­la­rın­da­ki­ni bi­lir. (On­lar ise) Di­le­di­ği ka­da­rı­nın dı­şın­da, O’nun il­min­den hiç­bir şe­yi kav­ra­yıp-ku­şa­ta­maz­lar. O’nun kür­sü­sü, bü­tün gök­le­ri ve ye­ri kap­la­yıp-ku­şat­mış­tır. On­la­rın ko­run­ma­sı O’na güç gel­mez. O, pek Yü­ce­dir, pek bü­yük­tür. (Ba­ka­ra Su­re­si, 255)



İĞ­NE­Lİ İS­TA­KOZ­LA­RIN

GÖÇ­LE­Rİ

Bin­ler­ce hat­ta on­ bin­ler­ce ki­lo­met­re uzak­lık­ta­ki böl­ge­le­re göç eden can­lı­la­rın böy­le bir şe­yi na­sıl ba­şar­dık­la­rı­nı hiç dü­şün­müş müy­dü­nüz? Ör­ne­ğin, ya­pa­cak­la­rı yol­cu­luk­la­rın me­sa­fe­si­ni na­sıl tam he­sap­la­dık­la­rı­nı ve bu he­sa­ba gö­re na­sıl olup da tam ye­te­cek ka­dar be­sin de­po­la­dık­la­rı­nı, na­sıl olup da ro­ta­la­rı­nı şa­şır­ma­dık­la­rı­nı, git­tik­le­ri yer­de ha­va ko­şul­la­rı­nın da­ha iyi ola­ca­ğı­nı na­sıl bil­dik­le­ri­ni, ki­mi za­man hiç gör­me­dik­le­ri hal­de yol­la­rı­nı na­sıl bul­duk­la­rı­nı ve da­ha ben­zer pek çok so­ru­nun ce­va­bı­nı dü­şü­nen in­san çok açık bir ger­çek­le kar­şı­la­şa­cak­tır.

Göç eden can­lı­la­rın hiç bil­me­dik­le­ri yer­ler­le il­gi­li bu bil­gi­le­re ken­di bi­linç ve ira­de­le­riy­le ulaş­ma­la­rı, bun­la­ra uy­gun he­sap­lar ya­pa­rak, bu he­sap­la­ra uy­gun şe­kil­de top­lu ha­re­ket et­me­le­ri im­kan­sız­dır. Bu du­rum, yap­tık­la­rı iş­le­rin bu can­lı­la­ra “il­ham edil­di­ği­ni”, bu can­lı­la­rın üs­tün bir güç ta­ra­fın­dan yön­len­di­ril­dik­le­ri­ni gös­te­rir. Göç eden can­lı­lar Allah’ın il­ha­mı ile yol­la­rı­nı bul­mak­ta, na­sıl ener­ji ta­sar­ru­fu ya­pa­cak­la­rı­nı ve di­ğer ge­rek­li olan bü­tün bil­gi­le­ri bil­mek­te­dir­ler.

Göç eden can­lı­la­ra bir ör­nek ola­rak iğ­ne­li is­ta­koz­la­rı ve­re­lim ve bu can­lı­la­rın im­kan­sız gi­bi gö­rü­nen şey­le­ri na­sıl ba­şar­dık­la­rı­nı gö­re­lim. İğ­ne­li is­ta­koz­lar Flo­ri­da kı­yı­la­rın­da­ki ve Ba­ha­ma çev­re­sin­de­ki mer­can ka­ya­lık­la­rın­da ya­şar­lar. Fa­kat ha­va şart­la­rı­nın de­ğiş­me­siy­le bir­lik­te ka­ya­lık­lar­da­ki yu­va­la­rı­nı bı­ra­kır ve de­niz al­tın­da top­lan­ma­ya baş­lar­lar. Yu­murt­la­mak için da­ha sı­cak ve gü­ven­li olan de­rin­ler­de­ki su­la­ra doğ­ru ya­pa­cak­la­rı göç için bir ha­zır­lık­tır bu. Gö­çe ha­zır­la­nan is­ta­koz­la­rın her bi­ri ya­pış­ka­nım­sı an­ten­le­riy­le ön­le­rin­de­ki is­ta­ko­zun ar­ka­sı­na tu­tu­nur ve tek sı­ra oluş­tu­rur­lar. Oluş­tu­ru­lan her sı­ra­da yak­la­şık 50 ta­ne is­ta­koz bu­lu­nur. İs­ta­koz­la­rın tek sı­ra oluş­tu­ra­rak ha­re­ket et­me­le­ri­nin önem­li se­bep­le­ri var­dır. Ön­ce­lik­le bu ha­re­ket su­yun sü­rük­le­me et­ki­si­ni azal­tır ve da­ha az güç har­ca­ma­la­rı­nı ve da­ha hız­lı ha­re­ket et­me­le­ri­ni sağ­lar. Bun­dan baş­ka hiç­bir giz­len­me ye­ri ol­ma­yan açık kum ova­la­rı bo­yun­ca ha­re­ket eden is­ta­koz­lar kar­şı­la­rı­na çı­kan teh­li­ke­le­re kar­şı da­ha et­ki­li bir ko­ru­ma sağ­la­mış olur­lar. Göç eden is­ta­koz sü­rü­le­ri düş­man­la­rı ta­ra­fın­dan sal­dı­rı­ya uğ­ra­dık­la­rın­da yap­tık­la­rı sı­ra­yı bo­zar ve kıs­kaç­la­rı dı­şa­rı­da ola­cak şe­kil­de ye­ni bir sı­ra oluş­tu­ru­rak sa­vun­ma ya­par­lar. 19

Göç eden ye­tiş­kin­ler kı­yı­ya ya­kın yer­ler­de yu­mur­ta­la­rı­nı bı­ra­kır­lar. Yu­mur­ta­dan çı­kan lar­va­lar de­niz akın­tı­la­rıy­la tek­rar de­rin­le­re ta­şı­nır ve dip­te yer­le­şir­ler. Yav­ru­lar ye­tiş­kin ha­le gel­dik­le­rin­de ay­nı dön­gü tek­rar baş­lar ve tek sıra halin­de dizilerek göç eder­ler.20



O, ya­rat­tı­ğı­nı bil­mez mi? O, La­tif’tir; Ha­bir’dir. Si­zin için, yer­yü­zü­ne bo­yun eğ­di­ren O’dur. Şu hal­de onun omuz­la­rın­da yü­rü­yün ve O’nun rız­kın­dan yi­yin. So­nun­da gi­diş O’na­dır. (Mülk Su­re­si, 14-15)



DENİ­ZAT­LA­RI­NIN

İL­GİNÇ ÖZEL­LİK­LE­Rİ

De­ni­zat­la­rı dış gö­rü­nüm­le­ri ve son de­re­ce özel bir düzene sa­hip olan ge­nel ya­pı­la­rı ile dik­kat çe­ki­ci can­lı­lar­dır. Boy­la­rı 4 ile 30 cm ara­sın­da de­ği­şen de­ni­zat­la­rı ge­nel­lik­le kı­yı şe­ri­din­de yo­sun­la­rın ve di­ğer bit­ki­le­rin ara­sın­da ya­şar­lar. Sa­hip ol­duk­la­rı ko­ru­yu­cu ke­mik­si bir zırh bu hay­van­la­rı teh­li­ke­ler­den ko­rur. Zırh o ka­dar sağ­lam­dır ki, ku­ru­muş ölü bir de­ni­za­tı­nı eli­niz­le kır­ma­nız ne­re­dey­se im­kan­sız­dır.

De­ni­za­tı­nın ba­şı, vü­cu­du­na dik açı ile yer­leş­ti­ril­miş­tir. Baş­ka hiç­bir ba­lık­ta bu özel­li­ğin bir eşi­ne rast­la­mak müm­kün de­ğil­dir. De­ni­zat­la­rı vü­cut­la­rı dik ola­rak yü­zer, baş­la­rı­nı yu­ka­rı ve aşa­ğı ha­re­ket et­ti­re­bi­lir­ler. An­cak baş­la­rı­nı iki yan­la­rı­na doğ­ru ha­re­ket et­ti­re­mez­ler. Bu özel­lik di­ğer can­lı­lar­da ol­sa gör­me açı­sın­dan prob­lem oluş­tu­ra­bi­lir­di. An­cak de­nizat­la­rı­nın sa­hip ol­duk­la­rı özel vü­cut yapısı sa­ye­sin­de böy­le bir prob­lem hiç ya­şan­maz. De­ni­zat­la­rı­nın göz­le­ri bir­bi­rin­den ba­ğım­sız, her yö­ne ser­best­çe ha­re­ket ede­bi­le­cek ve dö­ne­rek her ta­ra­fı ra­hat­lık­la sey­re­de­bi­le­cek şe­kil­de ya­ra­tıl­mış­tır. Bu yüz­den ka­fa­la­rı­nı iki ya­na çe­vi­re­me­se­ler de et­raf­la­rı­nı ra­hat­lık­la gö­re­bi­lir­ler.

De­ni­zat­la­rı­nın yüz­me­le­ri de çok özel bir sis­tem sa­ye­sin­de ger­çek­le­şir. Yüz­me ke­se­le­rin­de bu­lu­nan bir tür ga­zın mik­ta­rın­da ge­re­ken de­ği­şik­lik­le­ri ya­pa­rak su­da ra­hat­lık­la yük­se­lip al­ça­lır­lar. De­ni­za­tı, eğer bu ke­se­si za­rar gö­rür­se ve az mik­tar da ol­sa gaz kay­be­der­se de­ni­zin di­bi­ne ba­tar. Bu du­rum ise de­ni­za­tı için ölüm de­mek­tir. Bu­ra­da he­men dik­kat çe­kil­me­si ge­re­ken önem­li bir nok­ta var­dır. Yüz­me ke­se­sin­de­ki ga­zın mik­ta­rı çok has­sas ayar­lan­mış­tır. İş­te bu yüz­den her­han­gi bir de­ği­şik­lik hay­va­nın ölü­mü­ne ne­den ol­mak­ta­dır. Bu has­sas aya­rın bi­ze gös­ter­di­ği ger­çek ise çok önem­li­dir. Bir de­ni­za­tı an­cak bu has­sas ayar­la ya­şa­ya­bi­lir. Ya­ni bir de­ni­za­tı an­cak bu özel­li­ğiy­le bir­lik­te tek bir an­da or­ta­ya çık­tı­ğı için var­lı­ğı­nı sür­dür­mek­te­dir. Bu du­rum de­ni­za­tı­nın za­man için­de bu özel­lik­le­ri ka­zan­ma­sı­nın müm­kün ol­ma­dı­ğı­nı, ya­ni ev­rim­ci­le­rin id­dia et­ti­ği gi­bi ev­ri­min bir ürü­nü ol­ma­dı­ğı­nı gös­te­rir. Ev­ren­de­ki her var­lık gi­bi on­lar da bü­tün özel­lik­le­riy­le bir­lik­te Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış­lar­dır.

Bu can­lı­la­rın en şa­şır­tı­cı yö­nü ise er­kek de­ni­za­tı­nın do­ğum yap­ma­sı­dır. Er­kek de­ni­za­tı kar­nı­nın alt kıs­mın­da, zırh ta­ba­ka­sı­nın ol­ma­dı­ğı böl­ge­de, ge­niş bir ke­se­ye ve bu­nun üze­rin­de de ya­rı­ğa ben­zer bir açık­lı­ğa sa­hip­tir. Di­şi, yu­mur­ta­la­rı­nı doğ­ru­dan bu ke­se­ye yer­leş­ti­rir. Er­kek ise bu­ra­da bi­ri­ken yu­mur­ta­la­rı döl­ler. Yu­mur­ta­la­rın bı­ra­kıl­dı­ğı ke­se­nin iç kıs­mın­da­ki de­ri bir sü­re son­ra sün­ger gi­bi olur ve yu­mur­ta­la­rın bes­len­me­le­rin­de önem­li bir rol oy­na­yan kan da­mar­la­rıy­la do­lar. 1 ya da 2 ay son­ra de­ni­za­tı­nın kop­ya­la­rı olan yav­ru­lar ke­se­den çı­kar.21

De­ni­z al­tın­da­ki çok sa­yı­da­ki can­lı tü­rün­den yal­nız­ca bir ta­ne­si olan de­ni­zat­la­rı pek çok yön­den ben­zer­siz özel­lik­le­re sa­hip­tir­ler. De­ni­zat­la­rın­da­ki yaratılış Allah’ın sı­nır­sız gü­cü­nün, son­suz il­mi­nin ör­nek­le­rin­den­dir.



DENİ­ZA­NA­LA­RI­NIN

Bİ­LİN­ME­YEN ÖZEL­LİK­LE­Rİ

De­ni­za­na­la­rı her­ke­sin ta­nı­dı­ğı son de­re­ce il­ginç can­lı­lar­dan­dır. An­cak %95’i su­dan olu­şan de­ni­za­na­la­rı­nın ge­nel­de bi­lin­me­yen şa­şır­tı­cı özel­lik­le­ri de var­dır. Ör­ne­ğin, ba­zı tür­le­ri ışık sa­ça­rak düş­man­la­rı­nı ya­nıl­tır, ba­zı­la­rı ise vü­cut­la­rın­da düş­man­la­rı için öl­dü­rü­cü ze­hir­ler üre­tir.

He­men he­men bü­tün ik­lim ko­şul­la­rın­da ya­şam­la­rı­nı sür­dü­re­bi­len de­ni­za­na­la­rı­nın pek çok tü­rü can­lı­lar için teh­li­ke­li­dir. Say­dam bir ya­pı­la­rı olan bu can­lı­la­rın, vü­cut­la­rı­nın alt kı­sım­la­rın­dan uza­nan do­kun­gaç­la­rı var­dır. Ba­zı tür­le­rin do­kun­gaç­la­rın­da ze­hir­li bir sı­vı bu­lu­nur. De­ni­za­na­la­rı av­la­rı­nı bu ze­hi­ri fış­kır­ta­rak ya­ka­lar, düş­man­la­rı­nı da bu ze­hir­le öl­dü­rür­ler. Ze­hi­ri ol­ma­yan de­nizana­la­rı tür­le­ri ise el­bet­te ki sa­vun­ma­sız de­ğil­dir. Bun­lar­dan ki­mi­le­ri ken­di­le­ri­ni ko­ru­mak için ışık saç­ma özel­lik­le­ri­ni kul­la­nır­lar. Düş­man­la­rı olan de­niz kap­lum­ba­ğa­la­rın­dan, de­niz kuş­la­rın­dan, ba­lık­lar ve ba­li­na­lar­dan kur­tul­mak için plan­lı ve me­tod­lu bir şe­kil­de ha­re­ket eder­ler. Düş­man­la­rın­dan ka­çar­ken bü­tün vü­cut­la­rın­da ışık ya­nar. An­cak düş­man tam on­la­rı ısır­ma­ya kalk­tı­ğın­da çan gö­rü­nüm­lü kı­sım­la­rın­da­ki ışı­ğı ka­pa­tır­lar ve ışı­ğı ya­nık ka­lan do­kun­gaç­la­rı­nı göv­de­le­rin­den ayı­rır­lar. Böy­le­ce düş­ma­nın dik­ka­ti do­kun­gaç­la­ra çe­kil­miş olur. De­ni­za­na­la­rı da bu du­rum­dan fay­da­la­na­rak he­men ora­dan uzak­la­şır­lar.

Baş­ka bir tür olan fi­zal­ya­lar (yan say­fa sol alt re­sim) ise dev de­ni­za­na­la­rı­dır. Ak­de­niz da­hil bü­tün tro­pik ve ılı­man ik­lim­ler­de ya­şar­lar. Fi­zal­ya­la­rın de­niz yü­ze­yin­den 20 cm ka­dar yu­ka­rı­ya yük­se­len mas­ma­vi yel­ke­nim­si bir or­gan­la­rı var­dır, on­la­rı yüz­dü­ren ve iler­le­ten bu or­gan­dır. He­le­zon bi­çim­li do­kun­gaç­la­rın­da felç ya­pı­cı tok­sin­ler içe­ren kap­sül­ler bu­lu­nur.

De­ni­za­na­la­rı­nın tüm bu özel­lik­le­ri son de­re­ce il­ginç­tir. Gü­neş­le te­mas et­ti­ğin­de kı­sa bir sü­re için­de ku­ru­yup yok olan, ne­re­dey­se ta­ma­mı su­dan olu­şan bir can­lı na­sıl olup da kim­ya­sal mad­de üre­ti­mi ya­par? Ve­ya na­sıl olur da düş­ma­nı­nı ya­nıl­ta­cak tak­tik­ler ge­liş­ti­re­bi­lir?

De­ni­za­na­la­rı­nın düş­man­la­rı­nı ya da av­la­rı­nı gö­re­bi­le­cek göz­le­ri, be­yin­le­ri yok­tur. De­ni­za­na­la­rı sa­de­ce pel­tem­si bir su küt­le­si­dir, an­cak çe­şit­li tak­tik­ler uy­gu­la­ya­rak av­lan­mak, düş­man­la­rın­dan kur­tul­mak gi­bi bi­linç­li dav­ra­nış­lar­da bu­lu­nur­lar. Bu bi­lin­cin, çö­züm­ler üre­ten ak­lın de­ni­za­na­la­rı­na ait ola­ma­ya­ca­ğı çok açık­tır. İş­te de­ni­za­na­la­rı hak­kın­da­ki bil­gi­ler bu ba­kış açı­sıy­la in­ce­len­di­ğin­de ufuk açan, in­sa­nı çok önem­li so­nuç­la­ra ulaş­tı­ran bil­gi­ler ha­li­ne gel­mek­te­dir.

De­ni­za­na­la­rı­nı ve özel­lik­le­ri­ni, yap­tık­la­rı­nı dü­şü­nen ki­şi bu can­lı­la­rın ken­di ken­di­le­ri­ne hiç­bir şey ya­pa­ma­ya­cak­la­rı­nı, her­şe­ye ha­kim olan bir güç ta­ra­fın­dan yö­ne­til­dik­le­ri­ni an­la­ya­cak­tır. Hiç ben­ze­ri ol­ma­yan bu güç Allah’a ait­tir. Allah tüm can­lı­la­rı çe­şit çe­şit ya­ra­ta­rak, ken­di üs­tün ak­lı­nı ve ben­ze­ri ol­ma­yan il­mi­ni bu can­lı­lar­da tecel­li et­tir­mek­tedir. Denizanaları sadece tek bir ör­nek­tir.



DENİZ KA­BUK­LU­LA­RIN­DAN

TA­RAK­LA­RIN GÖZ­LE­Rİ

Yan­da­ki kü­çük re­sim­de gö­rü­len Ta­rak adı ve­ri­len bir de­niz ka­buk­lu­su­dur. Şim­di res­me dik­kat­li­ce ba­kın. Bu de­niz ka­bu­ğu şek­lin­de­ki hay­va­nın ka­bu­ğu­nun ke­nar­la­rı bo­yun­ca di­zil­miş kü­çük par­lak ma­vi nok­ta­la­rı far­ket­ti­niz mi? Pe­ki bu ma­vi nok­ta­la­rın her­ bi­ri­nin as­lın­da bi­rer göz ol­du­ğu­nu söy­le­sek bu­na şa­şı­rır mıy­dı­nız?

Ne ka­dar şa­şır­tı­cı da ol­sa bu ma­vi nok­ta­la­rın her bi­ri re­sim­de gö­rü­len can­lı­ya ait ger­çek bi­rer göz­dür. Her bi­ri yal­nız­ca 1 mm. bü­yük­lü­ğe sa­hip olan bu göz­ler, son de­re­ce kü­çük ol­ma­la­rı­na rağ­men bu can­lı­nın düş­man­la­rın­dan kur­tul­ma­sı­nı sağ­la­mak­ta­dır. 22

Ta­rak­la­rın bu kü­çük göz­le­ri­nin her bi­ri ken­di lens (mer­cek) ve re­ti­na­sı olan göz­ler­dir. Bu göz­ler­de­ki mer­cek­ler ışı­ğı top­la­yıp odak­la­ma­ya ya­rar. An­cak bu can­lı­la­rın be­yin­le­rin­de bir gör­me mer­ke­zi yok­tur. Ya­ni göz­le­ri ta­ra­fın­dan odak­la­nan gö­rün­tü­ler, can­lı­nın bey­nin­de nor­mal bir gö­zün gör­dü­ğü şe­kil­de al­gı­lan­maz. Ta­rak­la­rın göz­le­ri üze­rin­de araş­tır­ma ya­pan bi­li­ma­dam­la­rı bu göz­le­rin bü­yük bir ola­sı­lık­la gö­rün­tü oluş­tu­ra­ma­dı­ğı­nı tah­min et­mek­te­dir­ler. Öy­ley­se bu hay­ran­lık uyan­dı­ran göz­ler ne işe ya­ra­mak­ta­dır?

Ta­rak­lar bu göz­le­ri ay­dın­lık­la ka­ran­lı­ğı ayırt et­mek için kul­lan­mak­ta­dır­lar ve böy­le­ce kum­lu alan­lar­dan yo­sun­lu böl­ge­le­re doğ­ru ha­re­ket ede­bil­mek­te­dir­ler. Ay­rı­ca mi­li­met­rik göz­le­ri is­ti­rid­ye­le­re çev­re­le­rin­de­ki ha­re­ket­le­ri fark ede­bil­me du­yar­lı­lı­ğı­nı da sağ­la­mak­ta­dır. İs­ti­rid­ye bu sa­ye­de ken­di­si­ni av­la­mak is­te­yen­ler­den ka­çıp kur­tu­la­bil­mek­te­dir.

Ta­ra­ğın göz­le­ri ya­şa­dı­ğı or­tam­da ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­ya­bi­le­cek özel­lik­le­re sa­hip­tir ve bu göz­le­rin olu­şu­mun­da çok açık bir yaratılış var­dır. Göz­ler bu can­lı­nın dış dün­ya­yı al­gı­la­ya­bi­le­ce­ği bir di­zi şek­lin­de ka­bu­ğun dış bö­lü­mü­ne di­zil­miş­tir. Ya­ni bu can­lı­ya ih­ti­ya­cı olan göz­ler ih­ti­ya­cı olan uyum ve dü­zen­de ve­ril­miş­tir. De­ni­z al­tın­da­ki ka­buk­lu bir can­lı­dan kuş­la­ra, ağaç­lar­da­ki sis­tem­ler­den yıl­dız­la­ra ka­dar ev­re­nin her ye­ri­ni ku­şat­mış olan bu ku­sur­suz uyum, dü­zen ve pla­nın el­bet­te ki bir plan­la­yı­cı­sı, Yaratı­cı­sı var­dır. Allah can­lı­lar­da ya­rat­tı­ğı bu gi­bi de­tay­lı yapılarla bi­ze Kendisi’ni ta­nıt­mak­ta­dır. Akıl sa­hi­bi in­san­la­ra dü­şen gö­rev ise, gök­ten ye­re, atom­dan ga­lak­si­le­re ka­dar her yer­de te­cel­li eden Allah’ın sı­nır­sız gü­cü­nü gör­mek ve yal­nız­ca Allah’a yö­nel­mek­tir.

Ve Allah ile be­ra­ber baş­ka bir İla­h’a tap­ma. O’ndan baş­ka İlah yok­tur. O’nun yüzün­den (zatın­dan) baş­ka her­şey helak olucudur. Hüküm O’nun­dur ve siz O’na dön­dürülecek­siniz. (Kasas Suresi, 88)



MİK­RO DÜN­YA­NIN CAN­LI­LA­RI:

PLANK­TON­LAR

Plank­ton­lar de­niz al­tın­da­ki ya­şam zin­ci­ri­nin en önem­li, en can alı­cı hal­ka­la­rın­dan bi­ri­dir. Bu can­lı­la­rın bo­yut­la­rı bir­kaç mik­ro­met­re­yi geç­mez. Bir mik­ro­met­re­nin bir met­re­nin mil­yon­da bi­ri ol­du­ğu dü­şü­nül­dü­ğün­de, bu can­lı­la­rın göz­le gö­rü­le­me­ye­cek ka­dar ufak ol­duk­la­rı an­la­şı­la­cak­tır. Pe­ki göz­le gö­rü­le­me­ye­cek ka­dar kü­çük olan bu can­lı­la­rı böy­le­si­ne önem­li, hat­ta ya­şa­mın de­vam­lı­lı­ğı için zo­run­lu ya­pan han­gi özel­lik­le­ri­dir?

De­ni­z al­tın­da­ki pek çok can­lı­nın te­mel be­si­ni bit­ki­sel ve hay­van­sal ola­rak iki­ye ay­rı­lan plank­ton­lar­dır. Bu ne­den­le plank­ton­la­rın var­lı­ğın­da bir azal­ma, ba­li­na­lar­dan kü­çük de­niz can­lı­la­rı­na ka­dar pek çok can­lı için teh­li­ke oluş­tu­rur. Bu mik­ros­ko­bik can­lı­la­rın öne­mi sa­de­ce bu­nun­la sı­nır­lı de­ğil­dir. Özel­lik­le bit­ki­sel plank­ton­lar dün­ya üze­rin­de­ki çe­şit­li den­ge­le­rin sağ­lan­ma­sın­da önem­li bir fak­tör­dür­ler.

Fi­top­lank­ton­lar bit­ki­sel plank­ton­lar­dır ve te­mel ola­rak de­niz akın­tı­la­rıy­la sü­rük­le­nen tek hüc­re­li mik­ros­ko­bik or­ga­niz­ma­lar­dan olu­şur. Fi­top­lank­ton­lar de­niz­ler­de­ki bes­len­me zin­ci­ri­nin ilk hal­ka­sı­nı oluş­tu­rur­lar. Ay­rı­ca ka­ra bit­ki­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi, doğ­ru­dan gü­neş ener­ji­si­ni kul­la­na­rak fo­to­sen­tez ya­par ve ken­di be­sin­le­ri­ni üre­tir­ler. Do­la­yı­sıy­la ok­ya­nus­la­rın te­mel or­ga­nik mad­de kay­na­ğı olan bit­ki­sel plank­ton­lar, ay­nı za­man­da ok­si­jen çev­ri­min­de de den­ge­le­yi­ci bir rol oy­nar­lar.

Fi­top­lank­ton­la­rın yap­tık­la­rı fo­to­sen­tez iş­lem­le­ri sı­ra­sın­da ha­va­da­ki kar­bon­di­ok­sit emi­lir ve bü­yük mik­tar­da ok­si­jen açı­ğa çı­kar, dün­ya­da bit­ki­le­rin her yıl at­mos­fe­re sa­lı­ver­di­ği 110 mil­yar ton­luk mik­ta­rın %70’i bu yol­dan sağ­la­nır.23

Fi­top­lank­to­nu oluş­tu­ran tek hüc­re­li su­yo­sun­la­rı­na çok sa­yı­da ör­nek gös­ter­mek müm­kün­dür. Yü­zey­le­ri ge­omet­rik bi­çim­ler­le be­ze­li olan si­lis­li kap­sül­le­ri sa­ye­sin­de ko­lay­lık­la ta­nı­nan Di­ya­to­me­ler ve iki kam­çı­la­rı sa­ye­sin­de yer de­ğiş­ti­re­bil­me özel­li­ği­ne sa­hip olan Di­nof­la­gel­lat­lar, fi­top­lank­ton­la­ra ör­nek ola­rak gös­te­ri­le­bi­lir.

Hay­van­sal plank­ton­lar da ge­nel ola­rak tek hüc­re­li can­lı­lar­dan olu­şur, ama bu grup­ta çok hüc­re­li hay­van­lar da bu­lu­na­bil­mek­te­dir. He­men he­men bi­li­nen bü­tün de­niz can­lı­sı grup­la­rı­nın plank­ton bi­çim­le­ri var­dır. Ör­ne­ğin omur­ga­sız hay­van­lar lar­va ha­lin­dey­ken ba­lık­lar da ge­liş­me­le­ri­nin baş­lan­gıç ev­re­le­rin­de de­niz­ler­de­ki ge­çi­ci plank­ton­la­rı oluş­tu­rur­lar.

Plank­ton­la­rın hem çok de­ği­şik tür­le­ri hem de her tü­rün ken­di­ne öz­gü özel­lik­le­ri var­dır. Bu­ra­da an­la­tı­lan çok sı­nır­lı ör­nek­ler­de de gö­rül­dü­ğü gi­bi, bu mik­ros­ko­bik can­lı­lar­da hem gö­rü­nüş hem de ge­nel ya­pı ola­rak bir ku­sur­suz­luk ha­kim­dir. Bu can­lı­lar dün­ya üze­rin­de­ki pek çok den­ge­nin sağ­lan­ma­sı­na yar­dım­cı ol­mak­ta­dır­lar. Allah’ın gü­cü son­suz­dur, di­le­di­ği­ni dilediği şekil­de yaratır. Allah her­şeye güç yetiren­dir.



SU AL­TIN­DA­Kİ BA­RI­NAK­LAR:

MER­CAN­LAR

Mer­can­lar tro­pi­kal su­la­rın sığ böl­ge­le­rin­de ya­şa­yan can­lı­lar­dır. Ölü mer­can­la­rın ki­reç­ta­şı­na dö­nü­şen is­ke­let­le­ri­nin za­man için­de bi­rik­me­siy­le de pek çok can­lı­nın bi­ra­ra­da ya­şa­dı­ğı mer­can re­sif­le­ri olu­şur. Re­sif­ler ol­duk­ça ge­niş alan­la­ra ya­yı­la­bil­mek­te­dir. Bi­li­ma­dam­la­rı mer­can re­sif­le­ri­ni iç­le­rin­de ba­rın­dır­dık­la­rı can­lı çe­şit­li­li­ği açı­sın­dan yağ­mur or­man­la­rıy­la kı­yas­la­mak­ta­dır. Çün­kü mer­can re­sif­le­rin­de 2000’den faz­la ba­lık, 5000 çe­şit yu­mu­şak­ça, 700 çe­şit mer­can ve sa­yı­sız yen­geç tü­rü, de­niz­kes­ta­ne­si, de­niz­yıl­dı­zı, de­niz sal­yan­go­zu çe­şit­le­ri var­dır.

Po­lip­ler de mer­can re­sif­le­rin­de ya­şa­yan bir hay­van tü­rü­dür ve do­ku­la­rı­nın iç yü­ze­yin­de­ki hüc­re­ler­de ya­şa­yan alg­ler­le or­tak bir ya­şam sü­rer­ler. Alg­le­rin klo­ro­fil hüc­re­le­ri var­dır, bu sa­ye­de fo­to­sen­tez ya­pa­bi­lir­ler. Alg­ler ok­si­jen açı­sın­dan zen­gin, fa­kat be­sin açı­sın­dan fa­kir­dir­ler. Di­ğer bit­ki­ler gi­bi alg­ler de nit­ra­ta ve fos­fa­ta ih­ti­yaç du­yar­lar. İş­te bu nok­ta­da iki can­lı ara­sın­da­ki or­tak ya­şa­mın öne­mi or­ta­ya çı­kar. Tek ba­şı­na ol­sa ya­şa­ya­ma­ya­cak olan bu can­lı­lar bir­lik­te­lik­le­ri sa­ye­sin­de ek­sik­lik­le­ri­ni gi­de­re­rek ya­şam­la­rı­nı sür­dür­mek­te­dir­ler.

Po­lip do­ku­la­rın­da ya­şa­yan alg­ler, ya­şa­ma­la­rı için ge­rek­li olan nit­ro­jen gi­bi mad­de­le­ri po­lip­ler­den el­de et­miş olur­lar. Ay­nı za­man­da da gü­ven­li bir ba­rı­na­ğa sı­ğı­na­rak, düş­man­la­rın­dan da ko­ru­nur­lar. Bu­na kar­şı­lık, po­lip­ler de alg­le­rin fo­to­sen­tez ya­pa­rak üret­tik­le­ri be­si­nin bir bö­lü­mü­nü alır­lar. Bu şe­kil­de po­lip­ler, ki­reç ta­şın­dan mey­da­na ge­len is­ke­let­le­ri­ni in­şa et­mek için ih­ti­yaç­la­rı olan ge­rek­li ener­ji­yi el­de et­miş olur­lar.24

Di­ğer or­tak ya­şa­yan bü­tün can­lı­lar­da ol­du­ğu gi­bi, po­lip­ler­le alg­ler ara­sın­da­ki or­tak ya­şam­da da her iki can­lı­nın bü­tün ih­ti­yaç­la­rı en ra­hat şe­kil­de kar­şı­lan­mak­ta­dır. Bu can­lı­la­rı bi­ra­ra­ya ge­ti­ren, her iki­si­nin de ih­ti­yaç­la­rın­dan ha­ber­dar olan tek bir Ya­ra­tı­cı’nın ol­du­ğu açık­tır. Bu can­lı­lar bir­bir­le­ri­ni ta­mam­la­ya­cak, bir­bir­le­ri­nin ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­ya­cak şe­kil­de Al­lah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış­lar­dır.

Al­lah de­niz al­tın­da ya­rat­tı­ğı çe­şit çe­şit can­lı ve bu can­lı­lar­da­ki ör­nek­siz ya­pı­lar, hay­ret uyan­dı­ran özel­lik­ler ile bi­ze son­suz sa­na­tı­nı ve sı­nır­sız il­mi­ni ta­nıt­mak­ta­dır.



Yer­de si­zin için üre­tip-tü­ret­ti­ği çe­şit­li renk­ler­de­ki­le­ri de (fay­da­nı­za ver­di). Şüp­he­siz bun­da, öğüt alıp dü­şü­nen bir top­lu­luk için ayet­ler var­dır. De­ni­zi de si­zin em­ri­ni­ze ve­ren O’dur, on­dan ta­ze et ye­mek­te­si­niz ve gi­yi­mi­niz­de on­dan süs-eş­ya­la­rı çı­kar­mak­ta­sı­nız. Ge­mi­le­rin on­da (su­la­rı) ya­ra ya­ra akıp git­ti­ği­ni gö­rü­yor­sun. (Bü­tün bun­lar) O’nun faz­lın­dan aramanız ve şük­ret­meniz için­dir. (Nahl Suresi, 13-14)



DENİ­ZİN GÖZ KA­MAŞ­TI­RI­CI

MÜ­CEV­HER­LE­Rİ: İN­Cİ­LER

İn­san dün­ya üze­rin­de her ne­re­ye gö­zü­nü çe­vi­rip ba­ka­cak ol­sa ih­ti­şam­lı bir ya­ra­tı­lış, ku­sur­suz bir ta­sa­rım ve hay­ret ve­ri­ci özel­lik­ler­le kar­şı­la­şır. Bu ki­tap bo­yun­ca ver­di­ği­miz ör­nek­ler bu ih­ti­şa­mın yal­nız­ca bir­kaç kü­çük de­ta­yı­dır. Allah in­san­lar için yer­yü­zün­de gö­rü­nü­mü son de­re­ce gü­zel olan pek­çok bit­ki ve hay­van tü­rü ya­rat­mış­tır. Do­ğa­da­ki her de­ta­yı in­sa­nın zevk du­ya­ca­ğı, lez­zet ala­ca­ğı şe­kil­de var et­miş­tir. Tüm bun­lar­la bir­lik­te yer­yü­zün­de pek­ çok süs eş­ya­sı da Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tı­la­rak in­san­la­rın hiz­me­ti­ne su­nul­muş­tur. Bu süs eş­ya­la­rın­dan bi­ri olan in­ci­ler ih­ti­şam­lı gü­zel­lik­le­ri­nin ya­nı­sı­ra, her yön­den il­ginç özel­lik­le­re de sa­hip­tir­ler.

İn­ci­le­rin olu­şum aşa­ma­la­rı hay­ran­lık uyan­dı­rı­cı­dır. İn­ci­le­ri ge­nel­lik­le in­ci mid­ye­si de­ni­len ve pek çok tü­rü bu­lu­nan is­ti­rid­ye­ler üre­tir­ler. Bu is­ti­rid­ye­le­rin ka­buk­la­rı­nın di­renç­le­ri ol­duk­ça yük­sek­tir. Açıl­ma­sı son de­re­ce zor olan dış ka­buk­la­rı­nın kal­si­yum kar­bo­nat esas­lı olan bi­le­şim­le­ri bir­çok düş­man için de cay­dı­rı­cı­dır. Kal­si­yum kar­bo­nat mad­de­si ay­nı za­man­da is­ti­rid­ye­nin in­ci­yi oluş­tur­ma­sın­da da önem­li rol oy­na­mak­ta­dır.

İs­ti­rid­ye­ler iç­le­ri­ne kum, ça­kıl ve­ya za­rar ve­re­cek pa­ra­zit or­ga­niz­ma­lar gir­di­ğin­de bun­dan ra­hat­sız olur­lar. Bu gi­bi du­rum­lar­da bir ko­run­ma yön­te­mi ola­rak bu da­vet­siz mi­sa­fi­ri izo­le eder­ler ve üze­ri­ni se­def­le kap­la­ma­ya baş­lar­lar. İş­te bu kap­la­ma iş­le­mi in­ci­nin olu­şu­mun­da­ki ilk aşa­ma­dır. İs­ti­rid­ye­nin içi­ne gi­ren ya­ban­cı ci­sim­ler in­ci­le­rin oluş­ma­sı için bir çe­kir­dek gö­re­vi gö­rür­ler. Yıl­lar bo­yun­ca bu çe­kir­dek mad­de­nin üs­tü in­ce kal­si­yum kar­bo­nat kat­man­la­rı­nın üst üs­te gel­me­siy­le kap­la­na­cak­tır.

Pe­ki is­ti­rid­ye­nin için­de se­def mad­de­si na­sıl oluş­mak­ta­dır? İs­ti­rid­ye­nin iç de­ri­sin­de­ki kat­man­lar­da se­de­fi oluş­tu­ran iki ana mad­de bu­lu­nur. Bir kat­man­da in­ci­yi mey­da­na ge­ti­ren ve “ara­go­ni­te” adı ve­ri­len, kal­si­yum kar­bo­nat içe­rik­li bir mi­ne­ral, di­ğe­rin­de ise in­ci­de­ki bu ara­go­ni­te mad­de­si­ni bir ara­da tu­ta­cak olan uhu ben­ze­ri “conc­hi­olin” mad­de­si bu­lu­nur. Ara­go­ni­te ya­rı şef­faf bir mad­de ol­du­ğu için in­ci­ye par­lak­lık ka­zan­dı­ra­cak­tır. Bu iki mad­de­nin is­ti­rid­ye (as­lın­da bey­ni bi­le ol­ma­yan bir et par­ça­sı) ta­ra­fın­dan üre­ti­li­yor ol­ma­sı, son­ra bun­la­rın bi­ra­ra­ya ge­lip bir toz ta­ne­si­ni kap­la­ya­rak in­ci gi­bi bir gü­zel­li­ği oluş­tur­ma­sı el­bet­te ki dü­şün­dü­rü­cü­dür. İs­ti­rid­ye­nin ko­run­ma amaç­lı üret­ti­ği in­ci, in­san­lar için es­te­tik bir süs ola­rak ya­ra­tıl­mak­ta­dır.

Allah Rah­man Su­re­si’nde­ki “İki­sin­den de in­ci ve mer­can çı­kar.” (Rah­man Su­re­si, 22) aye­tiy­le in­ci­le­re dik­kat çek­miş­tir. Ay­rı­ca Ku­ran’da, dün­ya­da in­san­la­ra bir gü­zel­lik ola­rak su­nu­lan in­ci­ler­den cen­net süs­le­rin­den bi­ri ola­rak da bah­sedil­mek­tedir.



CAN­LI­LAR­DA­Kİ

MÜKEMMEL Sİ­MET­Rİ

Ay­na­da yü­zü­nü­ze bir ba­kın, mükemmel bir si­met­ri­nin ol­du­ğu­nu gö­re­cek­si­niz. Eli­ni­ze bir der­gi alın ve say­fa­la­rı­nı çe­vi­rin. Çe­vir­di­ği­niz say­fa­lar­da kar­şı­nı­za çı­kan in­san­lar, dı­şa­rı­ya bak­tı­ğı­nız­da gör­dü­nüz kuş­lar, çi­çek­ler, ke­le­bek­ler de ay­nı si­met­ri­ye sa­hip­tir.

Si­met­ri ev­ren­de­ki uyu­mu sağ­la­yan ko­nu­lar­dan bi­ri­dir. Bü­tün can­lı­lar si­met­rik bir ya­pı­ya sa­hip­tir­ler.

De­niz can­lı­la­rı­na ba­kın, ay­nı si­met­ri­yi gö­rür­sü­nüz. Ba­lık­lar, yen­geç­ler, ka­ri­des­ler, de­niz ka­buk­lu­la­rı… Eli­ni­ze yan­da­ki re­sim­le­re ben­zer bir çift de­niz ka­bu­ğu alın ve si­met­rik ola­cak şe­kil­de bu ka­buk­la­rı kar­şı kar­şı­ya ko­yun. Çiz­gi­le­rin di­zi­liş­le­rin­de, bü­yük­ten kü­çü­ğe doğ­ru sı­ra­la­nış­la­rın­da yi­ne ku­sur­suz bir dü­zen ve si­met­ri ile kar­şı­la­şa­cak­sı­nız. Do­ğa­da­ki han­gi can­lı in­ce­le­nir­se in­ce­len­sin her se­fe­rin­de ola­ğa­nüs­tü bir dü­zen­li­lik, ku­sur­suz bir si­met­ri ve ben­zer­siz bir renk çe­şit­li­li­ği gö­rü­le­cek­tir.

Ev­ren­de­ki her­şe­yin ken­di ken­di­ne ge­li­şen te­sa­düf­ler ne­ti­ce­sin­de or­ta­ya çık­tı­ğı­nı id­dia eden ev­rim te­ori­si sa­vu­nu­cu­la­rı, do­ğa­da ser­gi­le­nen bu renk çe­şit­li­li­ği, si­met­ri ve dü­zen kar­şı­sın­da bir açık­la­ma ge­ti­re­me­mek­te­dir. Böy­le­si­ne ku­sur­suz bir dü­ze­nin ken­di­li­ğin­den, kör te­sa­düf­ler, bi­linç­siz olay­lar ile açık­la­na­ma­ya­ca­ğı açık­tır. Ev­rim­ci­le­rin öne sür­dük­le­ri hiç­bir id­dia ile, do­ğa­da­ki can­lı­la­rın renk­le­ri­nin, de­sen­le­ri­nin, si­met­ri­nin olu­şu­mu­nu açık­la­ma­la­rı müm­kün de­ğil­dir. Bu akıl sa­hi­bi her in­sa­nın he­men gö­re­ce­ği çok açık bir ger­çek­tir. Öy­le ki, te­ori­nin ku­ru­cu­su ol­ma­sı­na rağ­men Char­les Dar­win de bu ger­çe­ği iti­raf et­mek zo­run­da kal­mış­tır:

“Par­lak renk­li­lik, er­kek ba­lık­la­rın ku­luç­ka­ya yat­ma­sı, par­lak di­şi ke­le­bek­ler, bu gü­zel­li­ğin do­ğal se­lek­si­yo­nun kont­ro­lü al­tın­da ger­çek­leş­ti­ği­ni dü­şü­ne­mi­yo­rum.”25

El­bet­te ki çev­re­miz­de gör­dü­ğü­müz sa­yı­sız gü­zel­li­ğin, ren­ga­renk ke­le­bek­le­rin, gül­le­rin, me­nek­şe­le­rin, çi­lek­le­rin, ki­raz­la­rın, gö­za­lı­ca renk­le­riy­le pa­pa­ğan­la­rın, ta­vus­kuş­la­rı­nın, le­opar­la­rın, kı­sa­ca­sı tüm ih­ti­şa­mı ile yer­yü­zü­nün te­sa­düf­ler­le oluş­tu­ğu­nu akıl ve man­tık sa­hi­bi hiç­bir in­san id­dia ede­mez. Can­lı­lar bu özel­lik­le­re sa­hip ola­rak Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış­lar­dır. Allah’ın il­mi her ye­ri ku­şat­mış­tır. O’ndan baş­ka ilah yok­tur.



(Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 107)




KELE­BEK­LE­RİN

ÇAR­PI­CI ÖZEL­LİK­LE­Rİ

Yan­da­ki re­sim­de yer alan ke­le­bek­le­rin ka­nat­la­rı­nı ilk kez gö­rü­yor­muş­ça­sı­na in­ce­le­yin. Böy­le ku­sur­suz bir es­te­tik, en ufak ha­ta­ya rast­lan­ma­yan si­met­ri, gö­za­lı­cı renk­ler ve de­sen­ler kar­şı­sın­da mu­hak­kak hay­ran­lık du­yar­sı­nız. Şim­di bir de ku­maş dü­şü­nün. Bu ke­le­bek de­sen­le­rin­den il­ham alı­na­rak do­kun­muş, son de­re­ce es­te­tik ve ka­li­te­li bir ku­maş. Böy­le bir ku­ma­şı bir ma­ğa­za vit­ri­nin­de gör­dü­ğü­nüz­de ne dü­şü­nür­sü­nüz? Muh­te­me­len bu ku­ma­şın de­sen­le­ri­ni çi­zen, çi­zer­ken de ke­le­bek ka­nat­la­rı­nı ör­nek alan bir sa­nat­çı­nın var­lı­ğı ak­lı­nı­za ge­lir. Ve onun sa­na­tı­nı tak­dir eder­si­niz. Bu du­rum­da şu ger­çe­ği de tak­dir et­me­li­si­niz: Hay­ran­lık duy­du­ğu­nuz bu sa­nat, ke­le­bek­le­ri ör­nek ala­rak ku­maş de­se­ni çi­ze­ne de­ğil, ke­le­bek ka­nat­la­rın­da­ki de­sen­le­ri ve renk­le­ri ör­nek­siz ola­rak ya­rat­mış olan Allah’a ait­tir. Ke­le­bek­le­rin renk­li ve fark­lı de­sen­le­re sa­hip ka­nat­la­rı Allah’ın renk sa­na­tı­nın ih­ti­şam­lı bi­rer te­cel­li­si­dir. Na­sıl ki bir ku­maş de­se­ni ken­di­li­ğin­den, te­sa­dü­fen or­ta­ya çı­ka­maz­sa, ka­nat­lar­da­ki renk ve de­sen si­met­ri­si de ke­sin­lik­le te­sa­düf­ler­le olu­şa­ma­ya­cak bir mü­kem­mel­lik­te­dir.

Ay­rı­ca yan­da re­sim­le­ri­ni gör­dü­ğü­nüz ke­le­bek­le­rin tek çar­pı­cı özel­lik­le­ri sa­hip ol­duk­la­rı muh­te­şem ka­nat­lar de­ğil­dir. Ke­le­bek­ler­in vücut yapısı da her yön­den ku­sur­suz­dur. Ke­le­bek­ler çi­çek­ler­de­ki nek­ta­rı eme­rek bes­le­nir­ler. Ki­mi za­man de­rin­ler­de olan nek­ta­rı ala­bil­me­le­ri için ke­le­bek­le­rin pek ço­ğun­da Pro­bos­cis is­mi ve­ri­len uzun bir or­gan var­dır. Pro­bos­cis, çi­çek­ler­de­ki nek­tar gi­bi sı­vı be­sin­le­ri em­mek ya da su iç­mek için ku­la­nı­lan uzun bir dil­dir. Ke­le­bek­ler bu uzun dil­le­ri­ni kul­lan­ma­dık­la­rı za­man­lar­da içe­ri­ye doğ­ru sa­rar­lar. Bu dil yu­var­la­na­rak sa­rıl­ma­dı­ğı za­man­lar­da ke­le­be­ğin bo­yu­nun 3 ka­tı ka­dar uza­ya­bi­lir.

Ke­le­bek­le­rin de di­ğer bö­cek­ler­de ol­du­ğu gi­bi vü­cut­la­rı­nın dı­şı­nı çev­re­le­yen bir is­ke­let­le­ri var­dır. Bu dış is­ke­let yu­mu­şak do­ku­ya bağ­lı olan sert ta­ba­ka­lar­dan olu­şur ve zırh­lı bir el­bi­se­ye ben­zer. Bu sert ta­ba­ka “ki­tin” mad­de­sin­den oluş­mak­ta­dır. Bu ta­ba­ka­nın olu­şu­mu son de­re­ce il­ginç bir sü­reç so­nu­cun­da ger­çek­le­şir. Bi­lin­di­ği gi­bi, ke­le­bek tır­tıl­la­rı ol­duk­ça de­tay­lı bir me­ta­mor­foz sü­re­ci ge­çi­rir. Tır­tıl ön­ce­lik­le bir pu­pa olur, da­ha son­ra pu­pa bir ke­le­be­ğe dö­nü­şür. Bu de­ği­şim sü­re­ci bo­yun­ca ka­nat­lar­da, du­yar­ga­lar­da, ba­cak­lar­da ve di­ğer or­gan­lar­da kü­çük de­ği­şik­lik­ler mey­da­na ge­lir. Uçuş kas­la­rı, ka­nat­lar gi­bi fark­lı mer­kez­ler­de­ki hüc­re­ler de de­ği­şi­min her aşa­ma­sın­da ken­di­le­ri­ni tek­rar dü­zen­ler. Bun­dan baş­ka bu de­ği­şim­ler­le bir­lik­te vü­cut­ta­ki he­men he­men her sis­tem de -sin­di­rim sis­te­mi, bo­şal­tım sis­te­mi ve so­lu­num sis­te­mi gi­bi- de­ği­şim ge­çi­rir.26

Ke­le­bek­le­rin sa­hip ol­duk­la­rı bu renk ve desen çe­şit­li­li­ği, tıp­kı ka­nat­la­rı gi­bi üs­tün güç sa­hi­bi Allah’a ait­tir. Allah her can­lı­ya ih­ti­ya­cı olan özel­lik­le­ri veren­dir.



KUŞ TÜY­LE­RİN­DE­Kİ

DE­TAY­LI YARATILIŞ

Pek çok in­san yer­de gör­dü­ğü ya da ha­va­da uçar­ken ya­ka­la­dı­ğı bir kuş tü­yü­nü in­ce­le­miş­tir. Tüy­de­ki si­met­rik ya­pı­yı, alt kı­sım­lar­da­ki tüy­le­rin da­ha in­ce bir ya­pı­la­rı­nın ol­du­ğu­nu, tüy­le­rin bir­bi­ri­ne geç­miş gi­bi bir gö­rü­nüm­le­ri­nin ol­du­ğu­nu gör­müş ve bel­ki de şa­şır­mış­tır. Bu ki­şi eğer bir kuş tü­yü­nü mik­ros­kop al­tın­da in­ce­le­miş ol­say­dı, kar­şı­la­şa­ca­ğı ola­ğa­nüs­tü ta­sa­rım kar­şı­sın­da şaş­kın­lı­ğı da­ha da ar­tar­dı.

Tüy­le­rin or­ta­sın­da he­pi­mi­zin bil­di­ği uzun ve sert bir bo­ru var­dır. Bu bo­ru­nun her iki ta­ra­fın­dan yüz­ler­ce tüy çı­kar. Boy­la­rı ve yu­mu­şak­lık­la­rı fark­lı olan bu tüy­ler ku­şa, ha­va­yı uçu­şa en el­ve­riş­li şe­kil­de kul­lan­ma özel­li­ği­ni ka­zan­dı­rır. An­cak bi­raz da­ha de­ta­ya in­di­ği­miz­de da­ha da il­ginç ya­pı­lar­la kar­şı­la­şı­rız. Tüy­le­rin her bi­ri­nin üze­rin­de, “tüy­cük” de­ni­len ve göz­le gö­rü­le­me­ye­cek ka­dar kü­çük olan tüy­ler bu­lu­nur. Bu tüy­cük­le­rin üze­rin­de ise “çen­gel” adı ve­ri­len mi­nik kan­ca­lar var­dır. Bu kan­ca­lar sa­ye­sin­de her tüy­cük bir­bi­ri­ne san­ki bir fer­mu­ar gi­bi tu­tu­nur.

Tur­na ku­şu­nun tüy­le­rin­den tek bir ta­ne­si­nin üze­rin­de, tüy bo­ru­su­nun her iki ya­nın­da uza­nan 650 ta­ne in­ce­cik tüy var­dır. Bun­la­rın her bi­rin­de ise 600 adet kar­şı­lık­lı tüy­cük bu­lu­nur. Bu tüy­cük­le­rin her bi­ri ise, 390 ta­ne çen­gel­le bir­bir­le­ri­ne bağ­la­nır. Çen­gel­ler bir fer­mu­arın iki ta­ra­fı gi­bi bir­bi­ri­ne ke­net­len­miş­tir. Çen­gel­ler­le ke­net­le­nen bu tüy­cük­ler o ka­dar bi­ti­şik­tir ki, du­man üf­len­di­ği tak­dir­de bi­le ara­la­rın­dan ge­çe­mez. Çen­gel­ler her­han­gi bir şe­kil­de bir­bi­rin­den ay­rı­lır­sa, ku­şun bir sil­kin­me­si ve­ya da­ha ağır hal­ler­de ga­ga­sıy­la tüy­le­ri­ni dü­zelt­me­si, tüy­le­rin es­ki ha­li­ne dön­me­si için ye­ter­li­dir. Kuş tü­yü­nün bu ya­pı­sı uçuş için son de­re­ce önem­li­dir; ka­nat­la­rın ha­va­yı ge­çir­me­me­si sa­ye­sin­de kuş uça­bi­lir.

Kuş tüy­le­rin­de­ki bu de­tay­lı ta­sa­rı­mın ya­nı­sı­ra zen­gin renk çe­şit­li­li­ği de son de­re­ce dik­kat çe­ki­ci­dir. Bu çe­şit­li­lik tüy­le­rin içe­ri­sin­de yer alan ve tüy ilk oluş­ma­ya baş­la­dı­ğı sı­ra­da de­po­la­nan pig­ment­le­rin var­lı­ğı­na ve­ya ışık ha­re­ket­le­ri­ne bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. Ke­ra­tin mad­de­sin­den mey­da­na ge­len tüy­ler, çev­re ko­şul­la­rı ne­de­niy­le kı­sa sü­re­de yıp­ran­dık­la­rı için be­lir­li za­man ara­lık­la­rıy­la ye­ni­le­nir. Ama kuş her se­fe­rin­de ren­ga­renk tüy­le­ri­ne tek­rar ka­vu­şur. Çün­kü kuş­la­rın tüy­le­ri ge­rek­li uzun­lu­ğa, tü­rün renk ve de­sen özel­lik­le­ri­ne tam ola­rak ula­şın­ca­ya ka­dar ge­liş­me­le­ri­ni sür­dü­rür.

Kuş tüy­le­rin­de­ki sa­yı­sız renk ve de­sen çe­şit­li­li­ği ile bir­lik­te ka­nat­lar­da­ki de­tay­lı yapılar da Allah’ın ya­ra­tı­şın­daki üs­tün sanatı ve il­mi bize gös­teren deliler­den­dir.



ZEHRİ ET­Kİ­SİZ HA­LE GE­Tİ­REN

KUŞ­LAR: MA­CAW­LAR

Her­han­gi bir ne­den­le ze­hir­le­nen bir in­san için ya­pı­la­cak tek şey, ze­hi­rin et­ki­si­ni gi­de­re­cek bir ilaç al­ma­sı ya da ze­hi­rin tıb­bi bir mü­da­ha­le ile vü­cut­tan dı­şa­rı atıl­ma­sı­dır. Yok­sa ze­hir­len­me­ler hak­kın­da tıb­bi bil­gi­si ol­ma­yan bir ki­şi­nin bir bit­ki­yi ya da baş­ka her­han­gi bir mad­de­yi kul­la­na­rak ken­di ken­di­ni te­da­vi et­me­si müm­kün de­ğil­dir.

An­cak ba­zı can­lı­lar ço­ğu in­san için eği­tim ge­rek­ti­ren bu bil­gi­ye do­ğuş­tan sa­hip­tir. Bir bi­lin­ce, eği­tim ala­cak ak­la, ze­ka­ya kı­sa­ca­sı hiç­bir şu­ura sa­hip ol­ma­yan hay­van­lar pek çok ra­hat­sız­lık­la­rın­da ken­di ken­di­le­ri­ni te­da­vi eder­ler. Hay­van­la­rın ken­di ken­di­le­ri­ni te­da­vi et­mek için kul­lan­dık­la­rı yön­tem­ler­de­ki dik­kat çe­ken nok­ta hep­si­nin ne ya­pa­cak­la­rı­nı çok iyi bil­me­le­ri, han­gi has­ta­lı­ğa ne­yin iyi ge­le­ce­ği­ni tes­pit et­miş ol­ma­la­rı­dır. Pe­ki bu tes­pi­ti ya­pan­lar ger­çek­ten de hay­van­la­rın ken­di­le­ri mi­dir? Hay­van­lar bu bil­gi­le­re na­sıl sa­hip ol­muş­lar­dır? Ev­rim­ci­ler, can­lı­la­rın bu gi­bi dav­ra­nış­la­rı­nın pek ço­ğu­nun iç­gü­dü­sel ol­du­ğu­nu id­dia eder, an­cak iç­gü­dü­le­rin kay­na­ğı­nı, bu dav­ra­nış­la­rın ilk ola­rak na­sıl oluş­tuk­la­rı­nı açık­la­ya­maz­lar.

Ön­ce­lik­le can­lı­la­rın bun­la­rı za­man için­de öğ­ren­me­le­ri­ne im­kan yok­tur. Ör­ne­ğin, ze­hir­le­nen bir hay­van o an­da öle­cek­tir. Ze­hir­len­me­si­ne ne­den olan et­ke­ni na­sıl or­ta­dan kal­dı­ra­ca­ğı­nı tec­rü­be et­me­si bu du­rum­da müm­kün de­ğil­dir. Kal­dı ki bir hay­va­nın böy­le bir şe­yi dü­şü­ne­cek bi­lin­ci­nin ol­ma­dı­ğı da unu­tul­ma­ma­lı­dır.

Hay­van­la­rın ken­di ken­di­le­ri­ni te­da­vi eder­ken ser­gi­le­dik­le­ri şu­ur­lu dav­ra­nış­la­rı he­men bir ör­nek ve­re­rek gö­re­lim. Ma­caw­lar tro­pi­kal Ame­ri­ka’ya öz­gü bir çe­şit pa­pa­ğan tü­rü­dür. Göz alı­cı renk­le­ri ile ol­duk­ça dik­kat çe­ki­ci olan bu can­lı­la­rın asıl şa­şır­tı­cı olan yön­le­ri ze­hir­li to­hum­lar­la bes­len­me­le­ri­dir. Dev bir kan­ca­yı an­dı­ran ga­ga­la­rı ile çok sert ka­buk­la­rı bi­le kı­ra­bi­len bu kuş­lar ze­hir­li to­hum­lar ko­nu­sun­da ade­ta bi­rer uz­man­dır. Bu, ol­duk­ça şa­şır­tı­cı bir du­rum­dur, çün­kü ze­hir­li bir to­hum ye­di­ğin­de ku­şun bit­ki­de­ki ze­hir­den za­rar gör­me­si ge­re­kir. An­cak böy­le ol­maz ve kuş ze­hir­li to­hum­la­rı ye­dik­ten son­ra he­men ka­ya­lık­la­ra doğ­ru uçar ve ora­da bu­lu­nan kil­li ka­ya par­ça­la­rı­nı ke­mi­rip yut­ma­ya baş­lar. Bu dav­ra­nı­şın ne­de­ni kil­li ka­ya par­ça­la­rı­nın to­hum­la­rın için­de­ki tok­si­ni em­me­le­ri ve ze­hi­rin et­ki­si­ni yok et­me­le­ri­dir. Kuş­lar bu sa­ye­de ze­hir­den hiç­bir za­rar gör­me­den to­hum­la­rı sin­di­re­bi­lir­ler.27

Bir bit­ki­de­ki ze­hi­rin na­sıl et­ki­siz ha­le ge­ti­ri­le­ce­ği­ni Ma­caw­lar’ın ken­di ken­di­le­ri­ne bil­me­le­ri­nin el­bet­te ki im­ka­nı yok­tur. Can­lı­lar­da­ki bu gi­bi şu­ur­lu dav­ra­nış­la­rın hay­van­la­rın ken­di­le­rin­den kay­nak­lan­ma­dı­ğı, bu­nun kay­na­ğı­nın do­ğa­da bu­lu­nan baş­ka bir güç ya da baş­ka bir et­ki ola­ma­ya­ca­ğı da çok açık­tır. Göz­le gö­rü­le­me­yen bir güç tüm can­lı­la­rın dav­ra­nış­la­rı­nı kont­rol et­mek­te ya­ni on­la­ra il­ham et­mek­te­dir. İş­te bu eşi ben­ze­ri ol­ma­yan güç Allah’a ait­tir. Üs­tün ilim sa­hibi olan Allah gözeten­dir, yarat­tık­larını koruyan­dır.



ARI Yİ­YEN KUŞ­LA­RIN

AKIL­CI TAK­TİK­LE­Rİ

Ba­zı kuş­lar im­kan­sız gi­bi gö­rün­me­si­ne rağ­men ta­şı da­hi ka­za­bi­lir­ler. Sağ­lam ka­ya­la­rı oyar­ken kul­lan­dık­la­rı tek alet­le­ri var­dır; ga­ga­la­rı… Arı yi­yen­ku­şu bu kuş­lar­dan bi­ri­dir.

Arı yi­yen ku­şu yu­va­sı­nı kum­ta­şı uçu­rum­la­rı­nın yü­zü­ne ya da neh­rin kı­yı­sın­da­ki sert ça­mur­la­ra ga­ga­sıy­la sü­rek­li ola­rak vu­rup oyuk­lar aça­rak ya­par. Oyuk aç­ma iş­le­mi­ne 90-100 cm uzun­lu­ğun­da dar bir tü­nel aça­na ka­dar de­vam eder. Yu­va ke­nar­la­rı­nı aç­mak için in­şa­at ara­cı ola­rak ga­ga­sı­nı kul­la­nan arı yi­yen ku­şu­nun kı­sa ve güç­lü pen­çe­le­ri de ka­zı işi­ne yar­dım eder. Yu­va­nın için­de bi­ri­ken top­rak par­ça­la­rı­nı pen­çe­le­ri ile dı­şa­rı bo­şal­tır. Arı yi­yen kuş­la­rı­nın ba­zı tür­le­ri 1000 ya da da­ha faz­la kuş­tan olu­şan ko­lo­ni­ler ha­lin­de ya­şar­lar. Bi­li­ma­dam­la­rı bu ka­dar çok yu­va­nın için­de her ku­şun ken­di yu­va­sı­nı na­sıl bul­du­ğu­na bir açık­la­ma ge­ti­re­me­mek­te­dir­ler.28

Arı yi­yen kuş­la­rı­n il­gi çe­ki­ci özel­lik­le­rin­den bir di­ğe­ri de bö­cek av­la­ma ko­nu­sun­da­ki uz­man­lık­la­rı­dır. Bu kuş­lar arı­lar­la bes­le­nir­ler. Bu ol­duk­ça şa­şır­tı­cı­dır çün­kü di­ğer kuş­lar için arı ye­mek öl­dü­rü­cü ola­bi­lir. An­cak arı yi­yen kuş­lar, arı­la­rın ze­hi­rin­den hiç et­ki­len­mez­ler. Çün­kü bu kuş­lar ya­ka­la­dık­la­rı arı­nın kar­nı­nı ön­ce bir da­la sür­te­rek aşın­dı­rır, böy­le­ce ze­hi­ri ha­va­ya bo­şalt­mış olur­lar.29

Arı yi­yen ku­şu­nun di­ğer vü­cut özel­lik­le­ri de bö­cek­le­ri ko­lay­lık­la ya­ka­la­ya­bi­le­ce­ği şe­kil­de­dir. Ör­ne­ğin 4,5 cm uzun­lu­ğun­da bir ga­ga­sı var­dır. Bu uzun­luk önem­li­dir, çün­kü eğer ku­şun ga­ga­sı da­ha kı­sa ol­sa, av­lan­ma­ya ça­lı­şır­ken bö­cek­ler onu ya­ra­la­ya­bi­lir­di. Ay­rı­ca ga­ga­sı­nın çok siv­ri uç kıs­mı da avı­nı gö­ğüs­le ka­rın ara­sın­dan ya­ka­la­ma­sı­nı sağ­lar. Bu sa­ye­de arı­nın ze­hi­ri­ni da­ha ko­lay bo­şal­ta­bi­lir.

Arı yi­yen ku­şu­nun bö­ce­ğin ze­hi­ri­ni na­sıl et­ki­siz ha­le ge­ti­re­ce­ği­ni bil­me­si el­bet­te ken­di ira­de­siy­le öğ­re­nip uy­gu­la­ya­bi­le­ce­ği bir dav­ra­nış de­ğil­dir. Böy­le ha­ya­ti teh­li­ke içe­ren bir ola­yı ku­şun de­ne­me ya­nıl­ma me­to­duy­la keş­fet­ti­ği­ni hiç­kim­se id­dia ede­mez. Bir ku­şun böy­le akıl­cı bir tak­tik iz­le­me­si onun do­ğuş­tan bu bil­gi­le­re sa­hip ola­rak yer­yü­zü­ne gel­di­ği­ni gös­te­rir. Ay­rı­ca ku­şun tüm vü­cut özel­lik­le­ri­nin de bu av­lan­ma iş­le­mi­ne uy­gun ya­pı­da ol­ma­sı, bu can­lı­nın arı­la­rı av­la­ya­bi­le­cek şe­kil­de ya­ra­tıl­dı­ğı­nın apa­çık bir gös­ter­ge­si­dir. Arı yi­yen kuş­la­rı da yer­yü­zün­de­ki bü­tün can­lı­lar gi­bi şu an­da­ki özel­lik­leriy­le bir­lik­te Allah yaratmıştır.



Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)



KUSUR­SUZ BİR AV­CI KUŞ: KAR­TAL

Kuş­la­rı in­ce­le­di­ği­miz­de vü­cut­la­rın­da­ki bü­tün özel­lik­le­rin uçuş için özel ola­rak ta­sar­lan­dı­ğı­nı gö­rü­rüz. Ör­ne­ğin, gök­yü­zün­de­ki en iyi ha­re­ket ka­bi­li­ye­ti­ne sa­hip kuş­lar­dan olan kar­tal­la­rın vü­cut ya­pı­la­rı her yön­den ku­sur­suz­dur. Kar­tal­la­rın hem yer­den ha­va­la­nıp uça­bi­le­cek ka­dar ha­fif ol­ma­la­rı, hem de av­la­rı­nı ya­ka­la­dık­la­rın­da ra­hat­lık­la ta­şı­ya­bi­le­cek ka­dar güç­lü ol­ma­la­rı ge­re­kir. Bir kel kar­ta­lın 7000’den faz­la tü­yü var­dır, an­cak bu tüy­le­rin hep­si­ni bi­ra­ra­ya koy­du­ğu­nuz­da bü­tün tüy­le­ri­nin ağır­lı­ğı yak­la­şık 500 gram tu­tar. Ay­rı­ca kar­tal­la­rın vü­cut­la­rı­nın da­ha ha­fif ola­bil­me­si için, ke­mik­le­ri­nin içi de boş­tur. Bu ke­mik­le­rin bir­çok ye­rin­de ha­va­dan baş­ka bir­şey yok­tur. Bir kel kar­ta­lın tüm is­ke­le­ti­nin ağır­lı­ğı 272 gram­dan sa­de­ce bi­raz faz­la­dır. Kı­sa­ca­sı kar­tal­la­rın ağır­lı­ğı uç­mak için son de­re­ce ide­al­dir.

Bir kar­tal uçar­ken ken­di­si­ne ge­re­ken gü­cün ço­ğu­nu ka­nat­la­rı­nı çır­pı­şı sı­ra­sın­da, ka­na­dı­nın aşa­ğı­ya doğ­ru olan ha­re­ke­tin­den alır. Bu yüz­den, kar­ta­lın ka­nat­la­rı­nı aşa­ğı­ya doğ­ru iten kas­la­rın sa­yı­sı, ka­nat­la­rı yu­ka­rı doğ­ru iten kas­la­rın sa­yı­sın­dan da­ha faz­la­dır. Bir kar­tal için uçuş kas­la­rı çok önem­li­dir. Bu kas­lar ge­nel­de ku­şun vü­cut ağır­lı­ğı­nın ya­rı­sı ka­dar bir ağır­lı­ğa sa­hip­tir. Kar­tal­lar ka­nat­la­rı­nın po­zis­yo­nu­nu de­ğiş­ti­re­rek da­ha hız­lı ve­ya da­ha ya­vaş uça­bi­lir­ler. Hız­lı uç­mak is­te­dik­le­rin­de, ka­nat­la­rı­nın ön ke­nar­la­rı­nı rüz­ga­rın içi­ne doğ­ru çe­vi­rir ve böy­le­ce “ha­va­yı ke­ser­ler”. Ken­di­le­ri­ni ya­vaş­lat­mak is­te­dik­le­rin­de ise, bu se­fer de ka­nat­la­rı­nın ge­niş kıs­mı­nı rüz­ga­ra doğ­ru çe­vi­rir­ler.

Tüm kar­tal­la­rın göz­le­rin­de “nik­ti­tant zar” de­ni­len faz­la­dan bir göz ka­pa­ğı var­dır. Bu ka­pa­ğın iş­le­vi göz­le­ri te­miz­le­mek ve ko­ru­mak­tır. Ör­ne­ğin, kar­tal­lar yav­ru­la­rı­nı bes­ler­ken göz ka­pak­la­rı­nı ge­nel ola­rak ka­pa­lı tu­tar­lar. Bu yav­ru­la­rın yan­lış­lık­la ebe­veyn­le­ri­nin göz­le­ri­ne bir za­rar ver­me­si­ni en­gel­le­mek için alın­mış bir ön­lem­dir.30

Kar­tal­lar­da­ki ta­sa­rım sa­de­ce ku­sur­suz bir uçuş ye­te­ne­ği için de­ğil­dir. Ay­rı­ca tüy­le­rin­de ye­re iniş için de özel bir ta­sa­rım var­dır. Kar­tal ini­şi­ni ya­par­ken, kuy­ru­ğu­nu ha­va­lan­dı­rır ve vü­cu­du­na gö­re bir açıy­la kuy­ru­ğu­nu aşa­ğı çe­ke­rek hı­zı­nı azal­tır. Ka­nat­la­rı­nın uç­la­rı­nı al­çal­ta­rak on­la­rı fren ola­rak kul­la­nır. An­cak hı­zı­nı kay­be­der­ken, ka­nat­la­rın üs­tün­de olu­şan ha­va akı­mı kar­ta­lın düş­me teh­li­ke­si­nin art­ma­sı­na ne­den olur. Kar­tal, ka­nat­la­rı­nın ucun­da bu­lu­nan üç-dört tüy öbe­ği­ni kal­dı­ra­rak bu teh­li­ke­yi ön­ler. Bun­lar ka­nat yü­ze­yin­de ha­va­nın düz bir çiz­gi ha­lin­de ak­ma­sı­na yar­dım­cı olur ve ku­şun ra­hat­lık­la uçu­şu­nu bi­tir­me­si­ni sağ­lar. 31

Bu­ra­ya ka­dar ve­ri­len ör­nek­ler­de çok açık gö­rü­len bir ger­çek var­dır. Tek bir kar­ta­lın be­de­nin­de­ki ta­sa­rı­mın bir­kaç de­ta­yı da­hi te­sa­dü­fen olu­şa­ma­ya­cak ka­dar mü­kem­mel­dir. Bu da bi­ze kar­tal­la­rı da tıp­kı tüm di­ğer kuş­lar ve tüm di­ğer can­lı­lar gi­bi üs­tün güç sa­hi­bi Allah’ın yarattığını açık­ça is­pat­lar.



DOĞA­DA­Kİ DO­KU­MA

US­TA­LA­RI

Ye­şil ve ta­ze yap­rak­lar­dan in­ce uzun şe­rit­ler ke­se­rek, son de­re­ce sis­tem­li ha­re­ket­ler­le, bul­du­ğu ça­tal­lı dal­lar­da bir­bi­ri­ne geç­miş ör­gü­ler­den olu­şan sa­pa­sağ­lam yu­va­lar ku­ran bir can­lı için “bun­la­rı te­sa­dü­fen öğ­ren­miş­tir” de­mek müm­kün mü­dür? El­bet­te ki böy­le bir ye­te­nek kar­şı­sın­da “te­sa­dü­fen öğ­ren­miş” id­di­ası son de­re­ce yer­siz bir açık­la­ma olur. Bi­raz son­ra ve­re­ce­ği­miz ör­nek­te de gö­rü­le­ce­ği gi­bi, can­lı­lar­da var olan da­ha pek çok özel­lik ev­rim­ci­le­rin te­sa­düf id­di­ala­rı­nın ne ka­dar akıl ve man­tık dı­şı ol­du­ğu­nu açık­ça or­ta­ya koy­mak­ta­dır.

Do­ku­ma­cı kuş ilk iş ola­rak kul­la­na­ca­ğı mal­ze­me­yi top­lar. Ya ye­şil ve ta­ze yap­rak­lar­dan ken­di­ne in­ce uzun şe­rit­ler ke­ser ya da yap­rak­la­rın or­ta da­mar­la­rı­nı kul­la­nır. Özel­lik­le ta­ze yap­rak­la­rı seç­me­si­nin ise el­be­te ki bir ne­de­ni var­dır. Ku­ru yap­rak­lar­dan ala­ca­ğı mal­ze­me­yi kont­rol ede­bil­me­si ve bun­la­rı do­ku­ma­da kul­lan­ma­sı çok zor­dur, an­cak ta­ze yap­rak lif­le­ri ile bu iş­lem­ler çok ko­lay ger­çek­le­şir. Kuş ön­ce­lik­le ça­tal­lı bir da­la, bir yap­rak­tan ko­par­dı­ğı uzun bir li­fin ucu­nu sa­ra­rak işe baş­lar. Bir aya­ğı ile li­fin ucu­nu da­lın üze­rin­de tu­tar­ken, di­ğer ucu­nu ga­ga­sıy­la ida­re eder. Lif­le­rin düş­me­le­ri­ni en­gel­le­mek için on­la­rı dü­ğüm ata­rak bir­bir­le­ri­ne bağ­lar. İlk ola­rak bir çem­ber oluş­tu­rur; bu yu­va­sı­nın gi­ri­şi­dir. Da­ha son­ra ise ga­ga­sı­nı me­kik gi­bi kul­la­na­rak yap­rak lif­le­ri­ni di­ğer lif­le­rin üze­rin­den ve al­tın­dan sı­ray­la ge­çi­rir. Do­ku­ma iş­le­mi sı­ra­sın­da her li­fin ne ka­dar çe­kil­me­si ge­rek­ti­ği­ni de he­sap­la­ya­bil­me­li­dir. Çün­kü eğer do­ku­ma­sı gev­şek olur­sa yu­va he­men çö­ker. Ay­rı­ca yu­va­nın son ha­li­ni zih­nin­de can­lan­dı­ra­bil­me­li­dir ki, du­var­la­rın ne za­man ka­vis­le­ne­ce­ği­ne ve­ya dı­şa­rı doğ­ru çı­kın­tı ve­ri­le­ce­ği­ne ka­rar ver­sin.

Gi­ri­şi do­ku­duk­tan son­ra yu­va­nın du­var­la­rı­nı do­ku­ma­ya baş­lar. Bu­nun için baş aşa­ğı du­rur ve içe­ri­den ça­lış­ma­ya de­vam eder. Ga­ga­sıy­la bir li­fi di­ğe­ri­nin al­tı­na so­kar ve son­ra has­sas bir şe­kil­de dı­şa­rı­da ka­lan ucu­nu tu­tar ve sı­kı­ca çe­ker. Böy­le­ce son de­re­ce mun­ta­zam bir do­ku­ma oluş­tu­rur.32

Gö­rül­dü­ğü gi­bi, do­ku­ma­cı kuş yu­va­sı­nı ya­par­ken hep bir­kaç aşa­ma son­ra­sı­nı he­sap­la­ya­rak ha­re­ket et­mek­te­dir. Ön­ce yu­va­sı için en uy­gun mal­ze­me­yi top­lar, yu­va­yı do­ku­ma­ya rast­ge­le bir yer­den baş­la­maz. Ön­ce gi­ri­şi oluş­tu­rur ve ora­dan du­var­la­ra de­vam eder. Do­ku­ma­cı kuş­la­rın bu be­ce­ri­le­re, te­sa­dü­fen, bi­linç­siz­ce sa­hip ol­duk­la­rı­nı id­dia et­mek el­bet­te ki im­kan­sız­dır. Bu kuş­la­rın, ken­di baş­la­rı­na, bu de­re­ce kar­ma­şık ya­pı­la­ra sa­hip yu­va­lar in­şa et­me­le­ri te­sa­düf­ler­le açık­la­na­maz. Do­ku­ma­cı kuş­la­rın da tüm can­lı­lar gi­bi Allah’ın il­ha­mı ile ha­re­ket et­tik­le­ri, akıl ve vic­dan sa­hi­bi her in­sanın kolay­lık­la görebileceği apaçık bir ger­çek­tir.



UÇAN SİN­CAP­LA­RIN

BE­CE­Rİ­LE­Rİ

Allah ya­rat­tı­ğı il­ginç özel­lik­ler­de­ki can­lı­lar­la in­san­la­ra ken­di­si­ni ta­nı­tır. İn­san­la­rın ta­nı­dık­la­rı can­lı­lar hak­kın­da öğ­ren­dik­le­ri de­tay­lı bil­gi­ler hay­ret­le­ri­ni ar­tı­rır; ta­nı­ma­dık­la­rı can­lı­lar hak­kın­da­ki bil­gi­ler ise zi­hin­le­rin­de­ki gaf­let per­de­si­nin ara­lan­ma­sı­nı sağ­lar. Bu özel­lik­ler üze­rin­de dü­şün­mek ise, her ­bi­rin­de­ki ku­sur­suz ya­ra­tı­lı­şı gö­re­bil­me­ye ve Allah’ın son­suz kud­re­ti­ni tak­dir ede­bil­me­ye yol olur.

Uçan sin­cap­lar da in­san­lar üze­rin­de­ki dü­şün­ce mo­no­ton­lu­ğu­nu, alış­kan­lık per­de­si­ni kal­dı­ra­cak özel­lik­le­re sa­hip olan mil­yon­lar­ca can­lı tü­rün­den bi­ri­dir. Boy­la­rı 45 cm ile 90 cm ara­sın­da de­ği­şen Uçan sin­cap­lar, Avust­ral­ya’da ya­şar. Bir ağaç­tan di­ğe­ri­ne bir pla­nör gi­bi uça­rak ge­çen bu can­lı­la­rın bü­tün tür­le­ri ağaç­lar­da ya­şar. Bu can­lı­lar uç­mak için kol­la­rı­nın ara­sın­da bu­lu­nan uç­ma za­rı­nı kul­la­nır­lar.

Şe­ker uça­nı adı ve­ri­len tü­rün uç­ma za­rı, ön ba­cak­lar­dan ar­ka­da­ki­le­re uza­nır; dar­dır ve püs­kü­le ben­zer uzun tüy­le­ri var­dır. Di­ğer tür­ler­de ise bu pa­ra­şü­tüm­sü ya­pı kürk­lü de­ri­den olu­şan bir zar ha­lin­de­dir. Bu zar ön aya­ğın bi­le­ği­ne ka­dar uza­nır. Uçan kus­kus, bir ağa­cın göv­de­sin­den fır­lar ve ge­ril­miş de­ri­nin pla­nö­re ben­ze­yen et­ki­siy­le bir se­fer­de 30 met­re­lik bir uzak­lık aşa­bi­lir. Bü­yük uçan sin­cap­lar ağaç­lar ara­sın­da pla­nör gi­bi ka­yar­lar. Bu can­lı­la­rın ar­ka ar­ka­ya 6 kay­may­la 530 met­re­lik bir me­sa­fe ala­bil­dik­le­ri göz­len­miş­tir.33

Bu ki­tap­ta ve­ril­miş olan di­ğer ör­nek­ler­de de gö­rül­dü­ğü gi­bi uçan sin­cap­lar ken­di­le­ri­ne has özel­lik­le­re sa­hip­tir­ler. Yer­yü­zün­de­ki mil­yon­lar­ca çe­şit can­lı­nın sa­hip ol­du­ğu ben­zer­siz özel­lik­le­rin na­sıl or­ta­ya çık­tı­ğı­nı dü­şü­nen bir in­san bun­la­rın tek bir ta­ne­si­nin bi­le bi­linç­siz olay­lar­la or­ta­ya çı­ka­ma­ya­ca­ğı­nı, ken­di­li­ğin­den bir can­lı­nın ku­sur­suz özel­lik­ler ka­za­na­ma­ya­ca­ğı­nı, bu can­lı­nın tek bir par­ça­sı­nın bi­le te­sa­dü­fen olu­şa­ma­ya­ca­ğı­nı he­men an­la­ya­cak­tır. Bü­tün hay­van­lar, bit­ki­ler, in­san­lar Allah ta­ra­fın­dan ek­sik­siz bir şe­kil­de ya­ra­tıl­mış­lar­dır. Akıl ve vic­dan kul­la­na­rak dü­şü­nen in­san­lar için bu çok açık bir ger­çek­tir.

Bu ger­çe­ği kav­ra­mak ve tüm ya­şa­mı­nı bu­na gö­re ayar­la­mak her in­sa­nın ken­di fay­da­sı­na ola­cak bir dav­ra­nış­tır. Çün­kü in­sa­nın dün­ya­da­ki gö­re­vi Allah’ın ih­ti­şam­lı ya­ra­tı­şı­nı gör­mek ve bu ya­ra­tı­lış kar­şı­sın­da Allah’ın son­suz gü­cü­nü ve il­mi­ni tak­dir ede­bil­mek­tir.



Si­zin İla­hı­nız yal­nız­ca Allah’tır ki, O’nun dı­şın­da İlah yok­tur. O, ilim bakımın­dan her­şeyi kuşat­mış­tır. (Taha Suresi, 98)


GRE­BE KUŞ­LA­RI­NIN

YAV­RU­LA­RI­NA OLAN ŞEF­KA­Tİ

Bi­lin­ci ol­ma­yan bir can­lı­dan bek­le­nen yav­ru­su­nu do­ğur­duk­tan son­ra bı­ra­kıp git­me­si­dir. An­cak tam ter­si­ne hay­van­lar yav­ru­la­rı­nın bü­tün so­rum­lu­lu­ğu­nu üst­le­ri­ne alır­lar. Öy­le ki, on­la­rı ile­ri­de kar­şı­la­şa­cak­la­rı teh­li­ke­ler­den ko­ru­ya­cak ön­lem­le­ri da­hi ek­sik bı­rak­maz­lar.

Bu ko­nu­da­ki en gü­zel ör­nek­ler­den bi­ri su kuş­la­rın­dan olan Gre­be­ler’dir. Gre­be­ler yav­ru­la­rı­nı sırt­la­rın­da ta­şır­lar; bu ne­den­le ebe­veyn­ler yav­ru­lar için ade­ta yü­zer bir yu­va gi­bi­dir. Yav­ru­lar an­ne ba­ba­la­rın­dan bi­ri­nin sır­tı­na çı­kar. An­ne, yav­ru­la­rı­nın üs­tün­den düş­me­me­si için ka­nat­la­rı­nı ha­fif­çe yu­ka­rı­ya doğ­ru kal­dı­rır ve yav­ru­la­rı­nı ba­şı­nı ya­na doğ­ru uza­ta­rak on­la­rı ga­ga­sı­na al­dı­ğı be­sin par­ça­la­rıy­la bes­ler.

Fa­kat Gre­be­ler’in yav­ru­la­rı­na ver­dik­le­ri ilk şey ger­çek bir be­sin de­ğil­dir. Gre­be­ler yav­ru­la­rı­na ilk ola­rak su üs­tün­den top­la­dık­la­rı ya da gö­ğüs­le­rin­den ko­par­dık­la­rı tüy­le­ri ye­di­rir­ler. Her yav­ru ol­duk­ça faz­la mik­tar­da tüy yu­tar. Pe­ki aca­ba bu il­ginç ik­ra­mın se­be­bi ne­dir?

Yav­ru­la­rın ye­dik­le­ri bu tüy­ler sin­di­ri­le­mez, an­cak yav­ru­nun mi­de­sin­de bi­ri­kir. Bir kıs­mı ba­ğır­sa­ğa açı­lan nok­ta­da ke­çe­le­şir. Ba­lık­la­rın kıl­çık­la­rı ve di­ğer be­sin­le­rin sin­di­ril­me­yen kı­sım­la­rı bu­ra­da bi­ri­kir. Böy­le­ce siv­ri ba­lık kıl­çık­la­rı­nın ve­ya bö­cek­le­rin sert bir par­ça­sı­nın yav­ru­la­rın mi­de­sin­den ge­çer­ken, ba­ğır­sak­la­rın na­rin çe­per­le­ri­ne za­rar ver­me­si ön­len­miş olur. Bu tüy ye­me tec­rü­be­si, ku­şun tüm ha­ya­tı bo­yun­ca de­vam ede­cek­tir. An­cak ilk ye­di­ri­len tüy­ler yav­ru­la­rın sağ­lı­ğı açı­sın­dan alı­nan önem­li bir ted­bir­dir.34

Gre­be­le­rin­ki­ne ben­zer şe­kil­de yav­ru­la­rı­nın ih­ti­yaç­la­rı­nı her yö­nüy­le kar­şı­la­ma­ya ve ko­ru­ma­ya yö­ne­lik dav­ra­nış­la­rı tüm can­lı­lar­da gör­mek müm­kün­dür. Do­ğa­da­ki can­lı­la­rın her bi­ri yav­ru­la­rı ye­ter­li ol­gun­lu­ğa eri­şe­ne ka­dar on­la­rın her tür­lü so­rum­lu­lu­ğu­nu üst­le­nir, ih­ti­yaç­la­rı­nı hiç ek­sik­siz ola­rak kar­şı­lar­lar.

Do­ğa­da­ki can­lı­lar ara­sın­da gö­rü­len bu dav­ra­nış­lar ev­rim­ci­le­rin “do­ğa bir sa­va­şım ala­nı­dır, ben­cil olan, ken­di çı­kar­la­rı­nı ko­ru­yan üs­tün ge­lir” id­di­ala­rı­nı ta­ma­men ge­çer­siz kıl­mak­ta­dır. Can­lı­lar­da­ki bu gi­bi dav­ra­nış­la­rın kay­na­ğı­nın ise on­la­rın ken­di ak­lın­dan kay­nak­la­na­ma­ya­ca­ğı, bir ku­şun, kap­la­nın ya da baş­ka her­han­gi bir hay­va­nın baş­ka bir can­lı­nın ih­ti­yaç­la­rı­nı dü­şü­ne­rek, in­ce de­tay­la­rı göz önün­de bu­lun­du­ra­rak ha­re­ket ede­me­ye­ce­ği or­ta­da­dır. Bu can­lı­lar Allah’ın il­ha­mıy­la ha­re­ket et­mek­te­dir­ler. Allah can­lı­la­rın her bi­ri­ne dav­ra­nış­la­rı­nı il­ham eder ve on­lar da bu­na ek­sik­siz uyar­lar. Her bi­ri ken­di­le­ri­ni Ya­ra­tan Allah’a bo­yun eğ­miş­ler­dir. Ku­ran’da bu ger­çek şöy­le bil­di­ri­lir:



Gök­ler­de ve yer­de bu­lu­nan­lar O’nun­dur; hep­si O’na gö­nül­den bo­yun eğ­miş bu­lu­nu­yor­lar. (Rum Suresi, 26)



UÇUŞ MAKİNELERİ:

YU­SUF­ÇUK­LAR

Yu­suf­çuk bö­ce­ği, uçu­şu han­gi hız­da ve han­gi yön­de olur­sa ol­sun, ani­den du­rup ters yön­de uç­ma­ya baş­la­ya­bi­le­cek ka­dar ku­sur­suz bir uç­ma ye­te­ne­ği­ne sa­hip­tir. Bun­dan baş­ka ha­va­da sa­bit du­rup avı­na sal­dır­mak için uy­gun bir po­zis­yon bek­le­ye­bi­lir. Ay­rı­ca bu du­rum­da iken ol­du­ğu yer­de kıv­rak bir dö­nüş ya­pa­rak avı­na yö­ne­le­bi­lir. Bun­lar yu­suf­çu­ğun gü­nü­mü­zün ge­liş­miş tek­no­lo­ji­si­nin ürü­nü olan he­li­kop­ter­le­re il­ham kay­na­ğı olan ma­nev­ra ka­bi­li­yet­le­rin­den bir­ka­çı­dır.

Yu­suf­çu­ğun vü­cu­du, me­tal­le kap­lan­mış iz­le­ni­mi ve­ren hal­ka­lı bir ya­pı­ya sa­hip­tir. Buz ma­vi­sin­den bor­do­ya ka­dar çe­şit­li renk­ler­e sa­hip ola­bi­len yu­suf­çu­ğun sır­tın­da bi­ri ön­de di­ğe­ri ar­ka­da ol­mak üze­re iki çift ka­nat var­dır. Ka­nat­lar kar­şıt za­man­lı ola­rak ça­lı­şır. Ya­ni ön­de­ki iki ka­nat yük­se­lir­ken ar­ka­da­ki iki ka­nat al­ça­lır. Ka­nat­la­rın ha­re­ke­ti iki kar­şıt kas gru­bu­nun ha­re­ke­ti ile sağ­la­nır. Kas­la­rın bir ucu göv­de­nin için­de kal­dı­raç şek­lin­de­ki uzan­tı­la­ra bağ­lı­dır. Bir kas gru­bu ka­sı­la­rak bir çift ka­na­dın yük­sel­me­si­ni sağ­lar­ken, öte­ki kas gru­bu da ay­nı oran­da es­ne­ye­rek ikin­ci çif­tin al­çal­ma­sı­nı sağ­lar. İş­te gü­nü­müz­de yu­suf­çuk­lar­dan ör­nek alı­na­rak üre­til­miş olan he­li­kop­ter­ler de ay­nı yön­tem­le al­ça­lıp yük­se­lir.

Yu­suf­çuk bö­cek­le­ri­nin ku­sur­suz uçuş­la­rı bir­bi­rin­den ba­ğım­sız bu 4 bü­yük ka­na­dın vü­cu­dun ağır­lı­ğı­nı ta­şı­ma­sıy­la sağ­la­nır. Bu özel­lik, bö­ce­ğe ani ma­nev­ra­lar yap­ma, hı­zı­nı ani ar­tır­ma ve sa­ni­ye­de 10 met­re­ye va­ran yük­sek bir hız­da uç­ma im­ka­nı ta­nı­mak­ta­dır.35

Çok yük­sek hız­lar­da uçar­ken ani ma­nev­ra­lar ya­pa­bi­len yu­suf­çu­ğun gör­me ye­te­ne­ği de ku­sur­suz­dur. Yu­suf­çuk gö­zü, bi­lim­sel çev­re­ler­de dün­ya­nın en iyi bö­cek gö­zü ola­rak ka­bul edi­lir. Her bi­rin­de 30.000 ka­dar ay­rı mer­cek bu­lu­nan bir çift gö­ze sa­hip­tir. İki ya­rım kü­re­ye ben­ze­yen ve ba­şı­nın ya­rı­sı ka­dar yer kap­la­yan göz­ler, bö­ce­ğe çok ge­niş bir gö­rüş sa­ha­sı sağ­lar. Yu­suf­çuk, göz­le­ri sa­ye­sin­de ne­re­dey­se ar­ka­sın­da olup bi­ten­le­ri bi­le göz­le­ye­bi­lir.36

Gö­rül­dü­ğü gi­bi yu­suf­çuk her bi­ri tek tek mü­kem­mel ya­pı­ya sa­hip bir sis­tem­ler bü­tü­nü­dür. Bu sis­tem­le­rin her­han­gi bi­rin­de­ki kü­çük bir ek­sik­lik, di­ğer sis­tem­le­rin işe ya­ra­ma­ma­sı­na yol aça­cak­tır. Ama sis­tem­le­rin hep­si mükemmel şekilde ya­ra­tıl­mış­tır ve bu sa­ye­de can­lı, ya­şa­mı­nı sür­dü­rür. Yu­suf­çuk­ta­ki bu ben­zer­siz yaratılış Allah’a ait­tir. Allah her tür­lü ya­rat­ma­yı bi­len­dir.



ÇÖL­DE­Kİ YA­ŞAM

Gün­düz aşı­rı sı­cak, ge­ce ise don­du­ru­cu bir so­ğuk, haf­ta­lar hat­ta ay­lar bo­yu sü­ren ku­rak­lık, yi­ye­cek az­lı­ğı… Bü­tün bun­lar çöl­ler­de­ki or­ta­mın bir par­ça­sı­dır. Bu zor­lu ko­şul­lar­da ya­şa­mak el­bet­te ki zor­dur. An­cak bü­tün olum­suz gi­bi gö­rü­nen ko­şul­la­ra rağ­men çöl­de ya­şa­mı­nı sür­dü­ren pek çok can­lı var­dır. Bu can­lı­la­ra bak­tı­ğı­mız­da her ha­re­ket­le­ri­nin, vü­cut ya­pı­la­rı­nın bu­ra­da ya­şa­ma­ya uy­gun özel­lik­ler­de ya­ra­tıl­mış ol­du­ğu­nu gö­rü­rüz. Allah bu can­lı­la­rı, ken­di­le­ri­ne has ola­rak ya­rat­tı­ğı yön­tem­ler­le sı­cak­tan ko­ru­mak­ta­dır. Ör­nek­ler in­ce­len­di­ğin­de bu can­lı­la­rın sa­hip ol­duk­la­rı özel­lik­le­rin te­sa­dü­fen or­ta­ya çık­mış ola­ma­ya­cak­la­rı, an­cak üs­tün güç sa­hi­bi bir Ya­ra­tı­cı ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış ol­duk­la­rı açık­ça gö­rü­le­cek­tir.

Kum te­pe­le­rin­de ya­şa­yan ku­mul en­ge­rek­le­ri (Ce­ra­tes vi­pe­ra) kum­la­rın al­tın­da ya­şar. En­ge­rek ku­ma yan­la­ma­sı­na tit­re­me­ler­le da­lar. Kuy­ru­ğu sol­dan sa­ğa doğ­ru hız­la ha­re­ket eder, son­ra bu ha­re­ket yı­lan ta­ma­men gö­mü­lün­ce­ye ka­dar üç kıv­rım ha­lin­de­ki bü­tün göv­de­yi kap­lar. Hay­van ba­zen tek, ba­zen de iki gö­zü­nü bir­den dı­şa­rı­da bı­ra­kır. Bu sa­ye­de av­lan­ma im­ka­nı bu­lur. Kum fır­tı­na­la­rı­nın ani­den çık­tı­ğı böy­le bir or­tam­da göz­le­ri dı­şa­rı­da bı­rak­mak as­lın­da yı­la­na za­rar ver­me ih­ti­ma­li olan bir du­rum­dur. An­cak en­ge­re­ğin gö­zün­de­ki ya­pı ile bu teh­li­ke ta­ma­men or­ta­dan kal­dı­rıl­mış­tır. En­ge­re­ğin göz­le­ri ku­mun tah­ri­şi­ne kar­şı say­dam ka­buk­tan bir “göz­lük” ile ko­ru­nur.

Çöl­de ya­şa­yan can­lı­lar­dan baş­ka bir ta­ne­si olan til­ki­le­rin en kü­çü­ğü olan krem renk­li Fen­nec til­ki­si ise çok bü­yük ku­lak­la­ra sa­hip­tir. Bu til­ki­ler Af­ri­ka ve Ara­bis­tan’ın kum­lu çöl­le­rin­de ya­şar­lar. Ge­niş ku­lak­la­rı, sa­de­ce av­la­rı­nın ye­ri­ni tes­pit et­mek­le kal­maz; ay­nı za­man­da faz­la ısın­ma­yı ön­le­yen bir iş­lev de gö­re­rek hay­va­nın se­rin kal­ma­sı­nı da sağ­lar.

Çöl­ler­de ya­şa­yan kü­rek bu­run­lu ker­ten­ke­le ise kuy­ru­ğu­nu ve ayak­la­rı­nı se­rin­let­mek için sı­cak ku­mun üze­rin­de dans eder gi­bi ha­re­ket eder. Son­ra kuy­ru­ğun­dan des­tek ala­rak çap­raz bir şe­kil­de bir ön aya­ğı­nı, bir ar­ka aya­ğı­nı ha­va­ya kal­dı­rır. (en üst­te­ki kü­çük re­sim) Bir­kaç sa­ni­ye son­ra ayak­lar de­ği­şir. Ker­ten­ke­le, ae­ro­di­na­mik bi­çim­li bur­nu ve vü­cu­du sa­ye­sin­de kum te­pe­cik­le­ri­nin için­de ade­ta yü­ze­bi­lir. Bü­yük ayak­la­rı kum­la­rın ara­sın­da çok hız­lı bir şe­kil­de koş­ma­sı­na ola­nak sağ­lar.37

Avust­ral­ya’da ya­şa­yan çöl kur­ba­ğa­la­rı ise ade­ta bir su de­po­su gi­bi­dir­ler. Vü­cut­la­rın­da bu­lu­nan ke­se­le­ri yağ­mur yağ­dı­ğın­da suy­la dol­du­rur­lar. Da­ha son­ra ku­ma gö­mü­lür ve ge­le­cek olan yağ­mur­la­rı bek­le­me­ye baş­lar­lar. Di­ğer çöl hay­van­la­rı da su­sa­dık­la­rı za­man bu kur­ba­ğa­la­rı bu­lur­lar, kum­dan çı­ka­ra­rak kur­ba­ğa­da­ki su­yu içer­ler. 38



HAY­VAN GÖZ­LE­Rİ­NDE­Kİ

ÇE­ŞİT­Lİ­LİK

Ba­lık­lar su al­tın­day­ken, kuş­lar­sa uçar­ken gö­re­bil­me­le­ri­ne im­kan ve­ren göz ya­pı­la­rı­na sa­hip­tir­ler. Bun­lar gi­bi di­ğer can­lı­la­rın da göz ya­pı­la­rı ih­ti­yaç­la­rı­na gö­re bir ya­ra­tı­lı­şa sa­hip­tir. Bu, doğ­ru de­ğer­len­di­ril­di­ğin­de ki­şi­ye çok şey ka­zan­dı­ra­cak bir bil­gi­dir. Göz gi­bi kar­ma­şık ve komp­leks ya­pı­da bir or­ga­nın, üs­te­lik de her can­lı­da fark­lı fark­lı ola­cak özel­lik­le­re ken­di­li­ğin­den sa­hip ola­ma­ya­ca­ğı çok açık­tır. Bu ko­nu­da­ki ör­nek­le­ri in­ce­le­yen ve akıl ve vic­dan kul­la­na­rak dü­şü­nen her in­san can­lı­la­rın Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­dık­la­rı ger­çe­ği­ni he­men gö­re­cek­tir. Aşa­ğı­da ve­ri­le­cek ör­nek­ler bu ger­çe­ği dü­şü­ne­bil­mek için bir yol­dur.

Kuş­lar in­san­lar­dan da­ha hız­lı bir gö­rüş gü­cü­ne sa­hip­tir ve da­ha ge­niş bir açı­yı çok da­ha de­tay­lı ta­ra­ya­bi­lir­ler. Bir kuş, in­sa­nın par­ça par­ça gö­re­re­rek al­gı­la­dı­ğı bir­çok gö­rün­tü ka­re­si­ni, tek bir ba­kış­ta bir bü­tün ola­rak gö­re­bi­lir. Bu, av­lan­ma­da bü­yük bir avan­taj­dır. Ba­zı kuş­la­rın göz­le­ri in­san­la kı­yas­lan­dı­ğı za­man 6 kat uza­ğı gö­re­bi­lir.

İn­san için gö­zü­nü kırp­tı­ğın­da or­ta­ya çı­kan an­lık gö­rün­tü ka­yıp­la­rı çok da önem­li de­ğil­dir. An­cak yüz­ler­ce met­re yük­sek­lik­te, bü­yük bir hız­la uçan bir kuş için bu önem­li bir prob­lem oluş­tu­ra­bi­lir. Bu ne­den­le kuş­lar göz­le­ri­ni kır­par­ken hiç­bir za­man gö­rün­tü­le­rin­de ke­sin­ti ol­maz. Çün­kü ku­şun, göz kırp­ma za­rı de­ni­len üçün­cü bir göz ka­pa­ğı var­dır. Bu zar şef­faf­tır ve gö­zün bir ya­nın­dan di­ğer ya­nı­na doğ­ru ha­re­ket eder. Böy­le­lik­le kuş­lar göz­le­ri­ni ta­ma­miy­le ka­pa­ma­dan göz­le­ri­ni kır­pa­bi­lir­ler. Su­ya da­lan kuş­lar­da ise bu zar, dal­gıç göz­lü­ğü gö­re­vi­ni gö­rür ve gö­ze za­rar gel­me­si­ni en­gel­ler.

Baş­ka bir ör­nek ola­rak de­ve­nin göz­le­ri de, tam ih­ti­ya­cı olan ko­ru­ma­yı sağ­la­ya­cak özel­lik­te­dir. Göz­le­rin et­ra­fın­da­ki sert ke­mik­ler dar­be­le­re kar­şı ko­ru­ma sağ­la­dık­la­rı gi­bi, gü­neş ışın­la­rı­na kar­şı gö­zü en iyi açı­da mu­ha­fa­za eder­ler. Son de­re­ce şid­det­li kum fır­tı­na­la­rı bi­le de­ve­nin göz­le­ri­ne za­rar ver­mez. Çün­kü kir­pik­le­ri bir­bi­ri içi­ne ge­çe­bi­len bir ya­pı­ya sa­hip­tir ve her­han­gi bir teh­li­ke anın­da oto­ma­tik ola­rak ka­pa­nır. Böy­le­ce hay­va­nın gö­zü­ne en ufak bir toz da­hi gi­re­mez.

Ba­lık­la­rın göz­le­ri ise dün­ya­ya şef­faf bir ör­tü ar­ka­sın­dan ba­kar. Bu per­de dal­gıç­la­rın su­al­tı göz­lük­le­ri­ni an­dı­rır. Kü­re­sel ve sert olan göz ya­pı­la­rı ya­kın plan­da­ki ci­sim­le­ri gör­me­ye gö­re ayar­lı­dır. Ba­lı­ğın gö­zü­nün kü­re­sel ol­ma­sı­nın bir baş­ka ne­de­ni ise ışı­ğın su­da­ki kı­rıl­ma­sı­dır. Göz, ne­re­dey­se suy­la ay­nı yo­ğun­lu­ğa sa­hip bir sı­vı ile do­lu ol­du­ğun­dan dı­şar­da olu­şan gö­rün­tü­ler gö­ze yan­sır­ken kı­rıl­ma ger­çek­leş­mez. Bu­nun so­nu­cun­da göz mer­ce­ği dı­şa­rı­da­ki cis­min gö­rün­tü­sü­nü re­ti­na üze­ri­ne tam ola­rak odak­lar ve ba­lık in­sa­nın ak­si­ne su­yun için­de son de­re­ce net gö­rür.



GAZEL­LE­RİN VÜ­CUT­LA­RIN­DA­Kİ

ÖZEL SO­ĞUT­MA SİS­TE­Mİ

İn­san­lar so­ğut­ma sis­tem­le­ri­ni çok ya­kın bir dö­nem­de keş­fet­miş, tek­no­lo­ji­nin iler­le­me­si ile bir­lik­te de bu­gün­kü mo­dern ha­li­ne ge­ti­re­bil­miş­ler­dir. An­cak so­ğut­ma sis­tem­le­ri­ni ilk keş­fe­den­ler in­san­lar de­ğil­dir. Do­ğa­da­ki sı­cak­kan­lı her can­lı­nın vü­cu­dun­da ısı kont­ro­lü için ge­re­ken me­ka­niz­ma za­ten var­dır. Bu can­lı­lar vü­cut­la­rın­da bir so­ğut­ma sis­te­mi ile bir­lik­te ya­ra­tıl­mış­lar­dır. Ör­nek ola­rak Af­ri­ka’nın hız­lı ko­şan ga­ze­li­ni ve­re­bi­li­riz. Ga­zel ya­şa­mı­nı sür­dü­re­bil­mek için düş­man­la­rın­dan kaç­mak zo­run­da­dır, çün­kü baş­ka bir sa­vun­ma ara­cı yok­tur. Bu sü­rat ko­şu­su ga­ze­lin vü­cut ısı­sı­nı aşı­rı de­re­ce­de yük­sel­tir. Fa­kat ga­ze­lin ha­yat­ta ka­la­bil­me­si için bey­ni­nin vü­cu­dun­dan da­ha se­rin tu­tul­ma­sı ge­re­kir.

Ga­ze­lin bey­ni­nin se­rin tu­tul­ma­sı için, ba­şı­nın sağ ta­ra­fın­da, ken­di­ne has bir so­ğut­ma sis­te­mi var­dır. Ga­zel­le­rin ve ben­zer hay­van­la­rın, so­luk al­ma ka­nal­la­rı­nın ar­dın­da uza­nan, bü­yük kan bi­ri­kin­ti­le­ri­nin içe­ri­sin­den ya­yı­lan yüz­ler­ce kü­çük atar­da­mar var­dır. So­luk­lan­mış ha­va bu­ru­na ait bu göl­cü­ğü so­ğu­tur, bu yüz­den kü­çük atar­da­mar­la­rın içe­ri­sin­den ge­çen kan so­ğu­muş olur. Son­ra kü­çük atar­da­mar­lar ka­nı bey­ne ta­şı­yan tek bir kan da­ma­rın içe­ri­sin­de bi­ra­ra­ya ge­lir. Bu sa­ye­de ga­zel ko­şar­ken sü­rat­le ar­tan vü­cut ısı­sın­dan et­ki­len­mez.

Bu­ra­da dik­kat çe­ki­ci olan nok­ta, bu ku­sur­suz sis­te­min za­man için­de ken­di­li­ğin­den or­ta­ya çı­ka­ma­ya­ca­ğı­dır. Çün­kü bey­nin so­ğu­tul­ma­sı için ge­re­ken bu sis­te­min var ol­ma­ma­sı de­mek, ga­ze­lin ilk ko­şu­su­nu ya­par yap­maz öl­me­si de­mek­tir.39

Ga­zel­ler­de­ki so­ğut­ma sis­te­mi ör­ne­ğin­de de gö­rül­dü­ğü gi­bi can­lı­lar­da­ki ya­pı­lar, ev­rim­ci­le­rin “ka­de­me ka­de­me ge­li­şim” id­di­asıy­la açık­la­na­ma­ya­cak bir komp­leks­li­ğe sa­hip­tir. Ya­ni bir can­lı­nın vü­cut sis­tem­le­ri­nin ve or­gan­la­rı­nın za­man için­de kü­çük de­ği­şim­ler­le or­ta­ya çık­ma­sı im­kan­sız­dır. Can­lı be­den­le­ri, ga­zel­ler­de­ki so­ğut­ma sis­te­mi ben­ze­ri, tek bir par­ça­sı bi­le ek­sik ol­sa hiç­bir işe ya­ra­ma­ya­cak ya­pı­lar­la do­lu­dur. Bu da bü­tün can­lı­la­rın ev­rim­ci­le­rin id­dia et­tik­le­ri gi­bi te­sa­düf­ler­le za­man için­de var ol­ma­dık­la­rı­nı, ak­si­ne Allah ta­ra­fın­dan bir an­da ku­sur­suz­ca ya­ra­tıl­dık­la­rı­nı is­pat­lar. Bu, dü­şü­ne­bi­len ve ak­lı­nı kul­la­na­bi­len in­san­lar için çok açık bir ger­çek­tir.



“Eğer ak­lı­nı­zı kul­la­na­bi­li­yor­sa­nız, O, do­ğu­nun da, ba­tı­nın da ve bun­la­rın ara­sın­da olan her­şe­yin de Rab­bi­dir.”... (Şu­ara Su­re­si, 28)



İN­SA­NIN YA­RA­TI­LIŞIN­DA­Kİ İH­Tİ­ŞAM

Çev­re­niz­de­ki in­san­la­rın tü­mü an­ne­le­ri­nin kar­nın­da ge­çir­dik­le­ri ay­lar son­ra­sın­da bu­gün­kü hal­le­ri­ne gel­di­ler. Her bi­ri için ay­nı ku­sur­suz sis­tem an­ne­le­ri­nin vü­cut­la­rın­da ek­sik­siz ha­zır­lan­dı, hep­si ay­nı aşa­ma­la­rı ya­şa­dı­lar.

Do­ğum ola­yı son de­re­ce bü­yük bir mu­ci­ze­dir. An­ne kar­nın­da ha­zır­lan­mış olan özel ko­ru­nak­lı oda­sın­da ge­li­şen be­bek bir sü­re son­ra dün­ya­ya ge­lir. İş­te bu mu­ci­ze­vi olay­da­ki de­tay­lar, dü­şü­nen her in­sa­nı çok önem­li so­nuç­la­ra gö­tü­re­cek­tir. Bu so­nu­ca, be­be­ğin ge­li­şi­min­de et­ki­li olan de­tay­lar­dan bi­ri­ni ele ala­rak bir­lik­te ula­şa­lım:

Ple­san­ta döl­len­miş yu­mur­ta­nın ra­him du­va­rı­na yer­leş­me­si için vü­cut ta­ra­fın­dan oluş­tu­ru­lan et­li bir do­ku­dur. Be­be­ğe ait yu­mu­şak kan da­mar­la­rı­nı içe­rir. Bu da­mar­lar bir ağa­cın kol­la­rı gi­bi­dir. Ple­san­ta be­be­ğe be­sin ta­şı­yan do­ku­lar­la bir­le­şe­rek be­sin, vi­ta­min, mi­ne­ral­ler, su ve ok­si­jen gi­bi an­ne­den ge­le­bi­le­cek her tür­lü mad­de­yi be­be­ğe ta­şır.40

Ple­san­ta­nın bu gö­re­vi son de­re­ce önem­li­dir. Çün­kü bu do­ku, hem be­be­ğin bü­tün ih­ti­yaç­la­rı­nı gi­der­me­li hem de be­be­ği ko­ru­mak için se­çi­ci ol­ma­lı­dır. As­lın­da bu gö­rev­le­ri yap­mak­la ple­san­ta be­bek için, ak­ci­ğer, mi­de, ba­ğır­sak, ka­ra­ci­ğer ve böb­rek gi­bi or­gan­la­rın gö­rev­le­ri­ni yük­len­miş olur. Ple­san­ta­nın bu alış­ve­ri­şi ger­çek­leş­tir­me­si­ni sağ­la­yan “ko­ri­on” adı ve­ri­len in­ce bir zar­dır. Bu zar an­ne ile be­be­ğin kan do­la­şı­mı­nı bir­bi­rin­den ayı­rır. Bu zar sa­ye­sin­de an­ne­nin ka­nı ke­sin­lik­le ço­cu­ğun da­mar­la­rı­na geç­mez. Be­bek ok­si­jen ve be­sin­le­ri­ni bu zar ara­cı­lı­ğıy­la alır.

Bu ara­da be­be­ğin ilk ay­lar­da ih­ti­yaç duy­du­ğu gı­da­lar ile se­ki­zin­ci ve do­ku­zun­cu ay­lar­da ih­ti­yaç duy­du­ğu gı­da­lar bir­bi­rin­den fark­lı­dır. Ple­san­ta­nın be­sin alı­mın­da bu­nu da den­ge­le­me­si ge­rek­mek­te­dir. Ni­te­kim bü­tün bun­la­rı ple­san­ta ku­sur­suz bir şe­kil­de ye­ri­ne ge­ti­rir. Her za­man ne­yi ne ka­dar ala­ca­ğı­nı çok iyi bi­lir, hep se­çi­ci ve dik­kat­li­dir. Bun­lar ple­san­ta­nın özel­lik­le­rin­den bir­kaç ta­ne­si­dir. Bu­ra­da so­rul­ma­sı ge­re­ken ba­zı so­ru­lar ve unu­tul­ma­ma­sı ge­re­ken nok­ta­lar var­dır. Ön­ce­lik­le sa­de­ce hüc­re­ler­den olu­şan bir do­ku olan ple­san­ta­nın tüm bu he­sap­la­ma­la­rı na­sıl yap­tı­ğı so­ru­su­nun ce­va­bı ve­ril­me­li­dir. Bu­nun ya­nı­sı­ra be­be­ğin ih­ti­yaç­la­rın­dan ple­san­ta­nın na­sıl ha­ber­dar ol­du­ğu so­ru­su da ce­vap bek­le­mek­te­dir. Dü­şü­nen bir in­san bun­la­rı ple­san­ta de­nen et par­ça­sı­nın ken­di ken­di­ne ya­pa­ma­ya­ca­ğı­nı ya da bu özel­lik­le­ri ple­san­ta­nın te­sa­dü­fen ka­zan­mış ola­ma­ya­ca­ğı­nı he­men gö­re­cek­tir. Bu du­rum­da kar­şı­mı­za çı­kan ger­çek yi­ne son de­re­ce açık­tır: Ple­san­ta do­ku­su an­ne kar­nın­da­ki be­be­ğin ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­ya­bi­le­cek özel­lik­le­re sa­hip ola­rak Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış­tır. Do­ğum mu­ci­ze­si Allah’ın ya­rat­ma sa­na­tın­da­ki ih­ti­şa­mın ser­gi­len­di­ği ör­nek­ler­den bi­ri­dir.



Ey in­san, ‘üs­tün ke­rem sa­hi­bi’ olan Rab­bi­ne kar­şı se­ni al­da­tıp-ya­nıl­tan ne­dir? Ki O, se­ni ya­rat­tı, ‘sa­na bir dü­zen için­de bi­çim ver­di’ ve se­ni bir iti­dal üze­re kıl­dı. Di­le­di­ği bir su­ret­te se­ni ter­tib et­ti. (İn­fi­tar Su­resi, 6-8)



GELİŞ­MİŞ BİR KLİ­MA,

KU­SUR­SUZ BİR AL­GI­LA­YI­CI: DE­Rİ

Şu an­da bu ki­ta­bın say­fa­la­rı­nı ko­lay­lık­la çe­vi­re­bi­li­yor­su­nuz. Çün­kü el­le­ri­niz say­fa­la­rın do­ku­su­nu kav­ra­mak­ta hiç­bir prob­lem ya­rat­mı­yor. Ay­nı şe­kil­de düz, kay­gan do­ku­su olan ci­sim­le­ri de, ör­ne­ğin, bar­dak­la­rı da eli­ni­ze alıp ta­şı­ya­bi­li­yor­su­nuz. Bir tü­yü el­le­di­ği­niz­de yu­mu­şak­lı­ğı­nı, bir ka­ya­yı tut­tu­ğu­nuz­da sert­li­ği­ni his­se­de­bi­li­yor­su­nuz. Çün­kü de­ri­niz bü­tün bun­la­rı al­gı­la­yıp bey­ni­ni­ze ge­re­ken sin­yal­le­ri gön­de­re­rek si­zin ci­sim­le­ri ka­fa­nız­da şe­kil­len­dir­me­ni­zi sağ­la­ya­cak özel­lik­ler­de­dir.

İn­san de­ri­si­nin al­tın­da yer alan do­kun­ma­ya has­sas si­nir­ler, ola­bi­le­cek en iyi bi­çim­de du­yar­lı­laş­tı­rıl­mış ve vü­cu­da da­ğı­tıl­mış­lar­dır. En çok si­nir ucu, par­mak uç­la­rın­da bu­lu­nur. Bu da si­ze ha­re­ket ko­lay­lı­ğı sağ­lar ve hiç­bir ra­hat­sız­lık ver­mez. Bu­na kar­şın da­ha “önem­siz” böl­ge­ler­de, ör­ne­ğin sırt böl­ge­sin­de ol­duk­ça az sa­yı­da si­nir ucu var­dır. Bu çok önem­li bir avan­taj­dır. Bu­nun ak­si­nin ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­lim: Par­mak uç­la­rı­nın son de­re­ce du­yar­sız ol­du­ğu­nu, tüm si­nir uç­la­rı­nın sırt­ta top­lan­dı­ğı­nı var­sa­ya­lım. Bu, kuş­ku­suz ol­duk­ça zor­luk ve­ri­ci olur­du; eli­mi­zi doğ­ru düz­gün kul­la­na­maz­ken, sır­tı­mı­za te­mas eden en ufak mad­de­yi bi­le -me­se­la el­bi­se­mi­zin kıv­rım­la­rı­nı- his­se­der­dik.

İn­san de­ri­si bir­çok ta­ba­ka­dan olu­şan, için­de al­gı­la­yı­cı si­nir­ler, do­la­şım ka­nal­la­rı, ha­va­lan­dır­ma sis­tem­le­ri, ısı ve nem ayar­la­yı­cı­la­rı bu­lu­nan, ge­rek­ti­ğin­de bir kal­kan gi­bi Gü­neş ışın­la­rın­dan vü­cu­du ko­ru­yan kar­ma­şık bir or­gan­dır. Bu özel­lik­le­ri ne­de­niy­le in­san, de­ri­si­nin bir bö­lü­mü­nün tah­rip ol­ma­sı du­ru­mun­da ha­ya­ti teh­li­ke içi­ne gi­re­bi­lir.

Bir­bi­rin­den ta­ma­men fark­lı ya­pı­lar­dan mey­da­na ge­len de­ri­nin alt kıs­mın­da yağ­dan olu­şan bir kat­man var­dır. Bu yağ kat­ma­nı ısı­ya kar­şı ya­lı­tım gö­re­vi gö­rür. Bu ta­ba­ka­nın üs­tün­de de­ri­ye es­nek­lik özel­li­ği­ni ve­ren ve bü­yük kıs­mı pro­te­in­ler­den olu­şan baş­ka bir bö­lüm var­dır.

De­ri­mi­zin 1 cm al­tı­nı kal­dır­dı­ğı­mız­da kar­şı­la­şa­ca­ğı­mız man­za­ra, iş­te bu yağ­la­rın ve pro­te­in­le­rin oluş­tur­du­ğu, çok çe­şit­li da­mar­la­rın da bu­lun­du­ğu es­te­tik ol­ma­yan, hat­ta ür­kü­tü­cü bi­le sa­yı­la­bi­le­cek bir gö­rün­tü ola­cak­tır. De­ri, bü­tün bu ya­pı­la­rı ka­pa­tı­cı özel­li­ği sa­ye­sin­de hem vü­cu­du­mu­za çok önem­li bir es­te­tik kat­kı­da bu­lu­nur­ken, hem de tüm dış et­ken­ler­den ko­run­ma­mı­zı sağ­lar. De­ri­mi­zi bi­zim için ha­ya­ti ya­pan gö­rev­le­rin­den bir­kaç ta­ne­si­ni say­mak ve bun­la­rın üze­rin­de dü­şün­mek de­ri­mi­zin var­lı­ğı­nın ne ka­dar önem­li ol­du­ğu­nun an­la­şıl­ma­sı için ye­ter­li ola­cak­tır.

İn­san de­ri­si vü­cu­dun su den­ge­si­nin bo­zul­ma­sı­nı en­gel­ler, da­ya­nık­lı ve es­nek­tir, ken­di ken­di­ni ye­ni­le­ye­bi­lir, vü­cu­du za­rar­lı ışın­lar­dan ko­rur, dış dün­ya ile olan bağ­lan­tı­yı sağ­lar, so­ğuk ya da sı­cak ha­va­lar­da vü­cut sı­cak­lı­ğı­nı ko­rur.

Her tür­lü ih­ti­ya­cı kar­şı­la­yan ge­liş­miş bir kli­ma ve has­sas bir de­dek­tör gi­bi ha­re­ket eden in­san de­ri­si, hem gör­sel ola­rak sağ­la­dı­ğı gü­zel­lik­le hem de in­sa­nı ko­ru­yan özel­lik­le­riy­le Allah ta­ra­fın­dan ya­ra­tıl­mış bir ni­met­tir. Tek bir özel­li­ği için say­fa­lar do­lu­su ki­tap­lar ya­zı­lan de­ri Allah’ın ya­ra­tı­şın­da­ki ih­ti­şa­mı­nı bi­ze bir ke­re da­ha gös­ter­mek­te­dir.



KEMİK­LER­DE­Kİ KA­FES SİS­TEM­LE­RİN

DA­YA­NIK­LI­LI­ĞI

Vü­cu­dun ta­şın­ma­sı ve ko­run­ma­sı gi­bi önem­li bir gö­re­vi üst­le­nen ke­mik­ler, bu işi ra­hat­lık­la ye­ri­ne ge­ti­re­bi­le­cek ka­pa­si­te ve sağ­lam­lık­ta ya­ra­tıl­mış­lar­dır. Ör­ne­ğin; uy­luk ke­mi­ği, di­key du­rum­da bir ton ağır­lı­ğı kal­dı­ra­bi­le­cek ka­pa­si­te­de­dir. Ni­te­kim atı­lan her adım­da bu ke­mi­ği­mi­ze, vü­cut ağır­lı­ğı­mı­zın üç ka­tı ka­dar bir yük bin­mek­te­dir. Hat­ta sı­rık­la yük­sek at­la­ma ya­pan bir at­let ye­re iner­ken kal­ça ke­mi­ği­nin her san­ti­met­re­ka­re­si 1400 ki­lo­luk bir ba­sın­ca ma­ruz ka­lır.

Ke­mik­ler­de­ki dü­ze­nin mü­kem­mel­li­ği­nin tam ola­rak an­la­şıl­ma­sı için şöy­le bir ben­zet­me ya­pa­lım. İn­sa­noğ­lu­nun kul­lan­dı­ğı en sağ­lam ve kul­la­nış­lı mal­ze­me­ler­den bi­ri çe­lik­tir. Çün­kü çe­lik hem sağ­lam, hem de es­nek bir mad­de­dir. An­cak ke­mik­ler ka­tı çe­lik­ten da­ha sağ­lam­dır ve 10 kat da­ha es­nek­tir. Ke­mik­ler çe­lik­ten ağır­lık ba­kı­mın­dan da üs­tün bir ya­pı­ya sa­hip­tir­ler. Bir çe­lik kar­kas in­san is­ke­le­ti­ne kı­yas­la 3 kat da­ha ağır­dır.

Ke­mik­ler­de­ki ku­sur­suz ya­pı­yı gü­nü­müz ya­pı­la­rıy­la kar­şı­laş­tır­mak da müm­kün­dür. Yir­min­ci yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sı­na ka­dar bü­yük ve yük­sek ya­pı­lar yap­mak in­sa­noğ­lu için mas­raf­lı, uzun za­man ge­rek­ti­ren ve zor bir iş­ti. Fa­kat tek­no­lo­ji­nin iler­le­me­si ile bir­lik­te ya­pı ta­sa­rı­mın­da bir­çok tek­nik ge­liş­ti­ril­di. Bu tek­nik­le­rin en önem­li­le­rin­den bi­ri “ka­fes sis­tem­ler” ola­rak bi­li­nen sis­tem­dir. Bu yön­te­me gö­re ya­pı­nın ta­şı­yı­cı ele­man­la­rı, yek­pa­re bir ya­pı­da de­ğil­dir; bu­nun ye­ri­ne bir­bi­ri içi­ne geç­miş, ka­fes şek­lin­de çu­buk­lar­dan olu­şur. Bil­gi­sa­yar­lar­da ya­pı­lan kar­ma­şık he­sap­lar sa­ye­sin­de, bu tek­nik kul­la­nı­la­rak bü­yük köp­rü­ler ve en­düst­ri­yel ya­pı­lar çok da­ha da­ya­nık­lı ve çok da­ha ucu­za in­şa edil­mek­te­dir.

Ke­mik­le­rin iç ya­pı­sı da in­san­la­rın bi­na­lar­da ve köp­rü­ler­de kul­lan­dı­ğı ka­fes ya­pı sis­te­mi­ne gö­re in­şa edil­miş­tir. Bir ke­mik ke­si­lip in­ce­len­di­ği za­man iç ya­pı­sın­da ol­duk­ça il­ginç bir sis­tem gö­rü­lür. Bin­ler­ce kü­çük çu­buk iç içe ge­çe­rek kar­ma­şık bir ya­pı oluş­tu­rur. İş­te bu ya­pı, ke­mik­le­rin için­de in­şa edil­miş olan ka­fes sis­tem­dir. Bu sa­ye­de ke­mik­ler hem son de­re­ce sağ­lam, hem de in­sa­nın ra­hat­lık­la kul­la­na­bi­le­ce­ği ha­fif­lik­te­dir­ler.

Eğer ak­si ol­say­dı, ya­ni ke­mik­le­rin içi, dı­şı gi­bi sert ve ta­ma­men do­lu ol­say­dı, hem ke­mik­le­rin ağır­lı­ğı in­sa­nın ta­şı­ya­bi­le­ce­ği­nin çok üze­rin­de olur­du, hem de ke­mi­ğin ya­pı­sı sert olup en kü­çük bir dar­be­de çat­la­ma ve kı­rıl­ma ya­par­dı.

İn­sa­noğ­lu­nun gü­nü­müz tek­no­lo­ji­si­ni kul­la­na­rak tak­lit et­me­ye ça­lış­tı­ğı ke­mik­ler­de­ki ya­pı Allah’ın ben­zer­siz ya­rat­ma sa­na­tı­nın ör­nek­le­rin­den sa­de­ce bir ta­ne­si­dir. Allah’ın ek­sik­siz ve ben­zer­siz ya­rat­ma­sın­da­ki ih­ti­şa­mı her in­sa­nın ken­di be­de­nin­de gör­me­si ve üze­rin­de dü­şü­ne­rek şük­ret­me­si gerekir.




DÜN­YA­NIN EN BÜ­YÜK DA­ĞI­TIM AĞI:

DO­LA­ŞIM SİS­TE­Mİ

100 tril­yon ha­ne­li bir şe­hir ol­du­ğu­nu var­sa­ya­lım; siz­ce bu şe­hir­de­ki ev­le­rin her bi­ri­nin is­tek­le­ri­ni anın­da ye­ri­ne ge­ti­ren bir da­ğı­tım şir­ke­ti ola­bi­lir mi? Pek çok kim­se bu so­ru­ya “el­bet­te ki ola­maz” şek­lin­de ce­vap ve­rir. An­cak bu­na ben­zer bir sis­tem her in­sa­nın vü­cu­dun­da za­ten mev­cut­tur. Yal­nız in­san vü­cu­dun­da­ki ev­ler hüc­re­ler­dir, da­ğı­tım şir­ke­ti ise sa­yı­sız ele­ma­nıy­la in­sa­nın do­la­şım sis­te­mi­dir.

Do­la­şım sis­te­mi­nin ele­man­la­rı in­san vü­cu­dun­da­ki yak­la­şık 100 tril­yon hüc­re­yi te­ker te­ker ge­zer. Bu sis­te­min en önem­li ele­ma­nı kalp­tir. Kalp, kir­li ve te­miz ka­nın bir­bi­ri­ne ka­rış­ma­dan vü­cu­dun fark­lı böl­ge­le­ri­ne pom­pa­lan­ma­sı­nı sağ­la­yan dört fark­lı oda­cı­ğıy­la, em­ni­yet sü­ba­bı gö­re­vi ya­pan ka­pak­çık­la­rıy­la son de­re­ce has­sas den­ge­ler üze­ri­ne ku­rul­muş bir dü­ze­ne sa­hip­tir.

Kal­bi in­ce­le­di­ği­miz­de, bu­nun yal­nız­ca bir pom­pa­dan iba­ret ol­ma­dı­ğı­nı, bir de bu pom­pa­nın bas­tı­ğı ka­nın yö­nü­nü be­lir­le­ye­cek “sü­bap­lar” (ka­pak­çık­lar) ol­du­ğu­nu gö­rü­rüz. Bun­lar, kalp kas­la­rı ta­ra­fın­dan pom­pa­la­nan ka­nın, tam ge­re­ken an­da ge­re­ken yön­de ha­re­ket et­me­si­ni sağ­la­mak­ta­dır­lar. Da­ha­sı, kalp, bü­yük da­mar­lar yo­luy­la bir ta­raf­tan ak­ci­ğe­re, bir ta­raf­tan da tüm vü­cu­da bağ­la­nır. Vü­cu­da gi­den da­mar, az son­ra ken­di için­de dal­la­ra ay­rı­lır, bu dal­lar da­ha kü­çük dal­la­ra, on­lar da çok da­ha kü­çük dal­la­ra ay­rı­lır­lar. Kıl­cal da­mar­la­ra ka­dar inen bu ay­rış­ma bü­yük da­mar­la­ra, son­ra da­ha bü­yük da­mar­la­ra ve son­ra çok da­ha bü­yük da­mar­la­ra doğ­ru bir­le­şir. Ve tüm bun­lar ye­ni­den kal­be dö­ner. Kalp­ten de, ka­nın için­de­ki kar­bon­di­ok­si­ti ver­mek ve ye­ri­ne ok­si­jen al­mak için ak­ci­ğe­re yol­la­nır.

Tüm bu do­la­şım sis­te­mi, ya­ni kalp, da­mar­lar ve ak­ci­ğer bi­ra­ra­da dü­şü­nül­dü­ğün­de or­ta­ya çı­kan şey ise, tam komp­leks bir sis­tem­dir. (Bu­na, ka­nı te­miz­le­mek­le gö­rev­li olan böb­rek­le­ri, kan­da­ki şe­ker ora­nı­nı ayar­la­yan pank­re­as be­zi­ni, ka­nın kim­ya­sal bi­le­şi­mi­ni kont­rol al­tın­da tu­tan ka­ra­ci­ğe­ri ve kan­da­ki sa­vun­ma sis­te­mi ele­man­la­rı­nı da ek­le­di­ği­niz­de, or­ta­ya ih­ti­şam­lı bir ya­pı çı­kar.) Bu komp­leks sis­te­min par­ça­la­rı­nın hep­si bir­bir­le­riy­le uyum­lu­dur ve bir­bir­le­ri­ne çok düz­gün bir bi­çim­de bağ­lan­mış­lar­dır. Bir­bir­le­riy­le uyum­lu olan tüm bu par­ça­lar, or­tak bir ama­ca hiz­met et­mek­te­dir­ler. Ve eğer tek bir par­ça da­hi ek­sik ol­sa, sis­tem­de ak­sak­lık­lar or­ta­ya çı­kar. Bu ise do­la­şım sis­te­mi­nin sa­hi­bi olan in­sa­nın ölü­mü ile so­nuç­la­na­bi­le­cek du­rum­la­ra se­be­bi­yet ve­re­bi­lir.

Hiç­bir kalp, pom­pa­la­dı­ğı ka­nı te­miz­le­ye­cek bir ak­ci­ğer ol­ma­dık­tan son­ra, tek ba­şı­na her­han­gi bir be­de­ni bir da­ki­ka­dan faz­la ya­şa­ta­maz. Bu du­rum­da do­la­şım sis­te­mi­nin tek bir an­da tüm par­ça­la­rıy­la var ol­muş­tur. Bu da, kalp­te­ki ve do­la­şım sis­te­min­de­ki ku­sur­suz bir ya­ra­tıl­mış­lı­ğı gös­te­rir ve alem­le­rin Rab­bi olan Allah’ın eşi ben­ze­ri ol­ma­yan ya­rat­ma sa­na­tı­nı tanıtır.



AK­Cİ­ĞER­LER­DE­Kİ

ET­Kİ­LE­Yİ­Cİ YARATILIŞ

Ak­ci­ğer­le­ri­niz si­zin ha­re­ket­le­ri­ni­ze gö­re ken­di­ni ayar­la­yan muh­te­şem bir or­gan­dır. Koş­tu­ğu­nuz­da ak­ci­ğer­le­ri­niz çok da­ha faz­la ça­lı­şır ve ar­tan ok­si­jen ih­ti­ya­cı­nı­zı kar­şı­lar, otur­du­ğu­nuz­da ise da­ha ya­vaş ça­lı­şır, an­cak hiç dur­maz. Ya­şa­dı­ğı­nız sü­re bo­yun­ca ak­ci­ğer­le­ri­niz bir ha­va pom­pa­sı gi­bi hiç dur­ma­dan vü­cut içi­ne ha­va alıp, da­ha son­ra bu­nu dı­şa­rı pom­pa­lar. Bu­nu ya­par­ken de so­lu­num sis­te­mi­nin di­ğer ele­man­la­rı ile bir­lik­te bir uyum için­de ha­re­ket eder. Çün­kü ne­fes ala­bil­mek için ak­ci­ğe­rin var­lı­ğı tek ba­şı­na ye­ter­li de­ğil­dir. Ak­ci­ğe­rin ça­lış­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak bir dış gü­ce de ih­ti­yaç var­dır. Bu güç gö­ğüs ka­fe­si­nin he­men al­tın­da­ki di­yaf­ram ve ka­bur­ga ke­mik­le­ri­nin ara­la­rın­da bu­lu­nan kas­lar sa­ye­sin­de ka­za­nı­lır.

Ne­fes alıp ve­rir­ken, ken­di­ni­ze şöy­le bir ba­kın. Ka­bur­ga ke­mik­le­ri­ni­zin dı­şa­rı ve yu­ka­rı doğ­ru ha­re­ket et­ti­ği­ni gö­re­cek­si­niz. Bu sı­ra­da ak­ci­ğe­rin al­tın­da bu­lu­nan di­yaf­ram ka­sı da aşa­ğı doğ­ru yas­sı­la­şır. Ak­ci­ğer ne­fes bo­ru­sun­da­ki ha­va­yı aşa­ğı­ya doğ­ru çe­ker. So­luk ve­ril­di­ği za­man da ka­bur­ga ke­mik­le­ri içe­ri doğ­ru ge­ri çe­ki­lir. Ka­bur­ga­nın al­tın­da bu­lu­nan di­yaf­ram ka­sı yu­ka­rı doğ­ru ha­re­ket eder. Ak­ci­ğer sı­kı­şın­ca kü­çük ke­se­cik­ler­de­ki ha­va ne­fes bo­ru­sun­dan dı­şa­rı çık­ma­ya zor­la­nır.

Koş­mak, gül­mek, yü­rü­mek, yat­mak… Siz bun­la­rı hiç dü­şün­me­den ya­par­sı­nız, an­cak bü­tün bu de­ği­şik ha­re­ket­ler sı­ra­sın­da ak­ci­ğer­le­ri­niz­de vü­cu­du­nu­zun ok­si­jen ih­ti­ya­cı­nı be­lir­le­yen oto­ma­tik bir so­lu­num de­ne­tim sis­te­mi ça­lış­mak­ta­dır. Ha­re­ket ha­lin­dey­ken vü­cut hüc­re­le­ri­nin ak­ti­vi­te­le­ri ar­tar, hüc­re­ler da­ha çok güç ve ener­ji har­car. Bu yüz­den vü­cut­ta­ki 100 tril­yo­na ya­kın hüc­re nor­mal­den da­ha faz­la ok­si­je­ne ih­ti­yaç du­yar. Ok­si­jen ih­ti­ya­cı­nın art­ma­sı­nın ya­nı­sı­ra hüc­re­le­rin üret­tik­le­ri faz­la kar­bon­di­ok­si­tin de vü­cut­tan he­men atıl­ma­sı ge­rek­mek­te­dir. Eğer ar­tan ok­si­jen ta­le­bi kar­şı­lan­maz­sa bu du­rum­dan bü­tün vü­cut hüc­re­le­ri za­rar gö­rür. Bu ne­den­le so­lu­num hız­la­nır, ya­ni ak­ci­ğer­ler da­ha hız­lı ça­lı­şır.

Son de­re­ce ha­ya­ti olan bu du­rum yi­ne mu­ci­ze­vi bir sis­tem sa­ye­sin­de çö­zü­me ka­vuş­tu­rul­muş­tur. Be­yin sa­pı ola­rak ad­lan­dı­rı­lan böl­ge­de kan­da­ki kar­bon­di­ok­sit ora­nı­nı de­vam­lı kont­rol eden alı­cı­lar var­dır. Bu alı­cı­la­rın bağ­lı ol­du­ğu mer­kez­ler, için­de bu­lu­nu­lan du­ru­ma gö­re ak­ci­ğer­le­rin ça­lış­ma­sı­nı sağ­la­yan kas­la­ra ge­rek­li emir­le­ri gön­de­rir. Be­yin sa­pı ha­ri­cin­de ak­ci­ğer­le­rin dış yü­ze­yin­de bu­lu­nan ba­sın­ca kar­şı has­sas al­gı­la­yı­cı­lar da, ak­ci­ğe­rin ge­re­ğin­den faz­la ge­ril­me­si du­ru­mun­da be­yin sa­pı­na, so­lu­num de­rin­li­ği­nin azal­tıl­ma­sı için ge­rek­li olan emir­le­ri gön­de­rir­ler. Bu iş­lem­ler her gün, her sa­ni­ye, her an hiç dur­ma­dan tek­rar­la­nır.

Bir­bi­ri­ni ta­mam­la­yan bir­çok den­ge­den olu­şan bu sis­te­min ken­di­li­ğin­den kör rast­lan­tı­lar so­nu­cu oluş­tu­ğu­nu id­dia et­mek el­bet­te ki müm­kün de­ğil­dir. İn­san vü­cu­dun­da­ki so­lu­num sis­temi Allah’ın yarat­ma sanatının ör­nek­lerin­den sadece biridir.



KOMU­TA MER­KE­Zİ:

BE­YİN

İn­san bey­ni bir­çok işi ay­nı an­da yü­rü­te­bi­le­cek bir sis­te­me sa­hip­tir. Ör­ne­ğin, bir ki­şi, bey­nin­de­ki ku­sur­suz ya­pı sa­ye­sin­de bir yan­dan ara­ba­sı­nı kul­la­nır­ken, bir yan­dan tey­bi­nin ayar­la­rı­nı ya­pa­bi­lir, o sı­ra­da di­rek­si­yo­nu da ra­hat­lık­la ida­re ede­bi­lir. Bir­çok işi ay­nı an­da yap­ma­sı­na rağ­men önün­de­ki ara­ba­la­ra ya da ya­ya­la­ra çarp­maz. Ay­nı an­da ayak­la­rıy­la gaz pe­da­lı­nı ida­re ede­bi­lir. Rad­yo din­ler­ken söy­le­nen­le­ri de tam ola­rak an­la­ya­bi­lir. Ko­nuş­ma­sı­na kal­dı­ğı yer­den de­vam ede­bi­lir. Ve en önem­li­si bü­tün bu iş­lem­le­rin hep­si­ni ay­nı an­da mü­kem­mel bir şe­kil­de ida­re ede­bi­lir. Kı­sa­ca­sı bir in­san bey­nin­de­ki ola­ğa­nüs­tü ka­pa­si­te sa­ye­sin­de ay­nı an­da pek ­çok işi ya­pa­bi­lir. Bu uyu­mu sağ­la­yan ise be­yin­de­ki si­nir hüc­re­le­ri­nin bir­bir­le­ri ile olan bağ­lan­tı­la­rı­dır.

Dış dün­ya­da­ki ci­sim­ler­den bey­ne ge­len ve mil­yon­lar hat­ta mil­yar­lar ile ifa­de edi­le­bi­len uya­rı­lar bü­yük bir uyum içe­ri­sin­de be­yin­de ana­liz edil­mek­te, da­ha son­ra bun­lar de­ğer­len­di­ril­mek­te ve her bi­ri­ne ge­rek­li ya­nıt­lar ve­ril­mek­te­dir. Ve bu kar­ma­şık sis­te­min iş­le­yi­şi hiç ak­sa­ma­dan ha­yat bo­yu de­vam et­mek­te­dir. Biz de bu sa­ye­de gör­mek­te, duy­mak­ta, his­set­mek­te kı­sa­ca­sı ya­şa­mı­mı­zı sür­dür­mek­te­yiz.

Be­yin­de­ki bu ku­sur­suz sis­te­mi oluş­tu­ran en önem­li un­sur­lar­dan bi­ri, sa­yı­la­rı 10 mil­yar ci­va­rın­da olan si­nir hüc­re­le­ri­dir. Be­yin­de­ki si­nir hüc­re­le­ri di­ğer bü­tün hüc­re­ler­den fark­lı ola­rak elekt­rik akım­la­rı ile ça­lı­şır. Ve bu elekt­rik akım­la­rı sa­ye­sin­de bil­gi alış­ve­ri­şin­de bu­lu­na­bi­lir, bil­gi de­po­la­ya­bi­lir­ler.

Sinr hüc­re­le­ri­nin bir­bir­le­ri olan bağ­lan­tı­sı­nı do­la­yı­sıy­la da be­yin­de­ki ahen­gi sağ­la­yan, si­nir hüc­re­le­rin­de­ki özel ya­pı­dır. Be­yin­de­ki 10 mil­yar hüc­re­nin 120 tril­yon ci­va­rın­da bağ­lan­tı­sı var­dır. Ve bu 120 tril­yon bağ­lan­tı­nın ta­ma­mı doğ­ru yer­ler­de­dir. Eğer bu bağ­lan­tı­lar­dan her­han­gi bi­ri yan­lış bir yer­de ol­say­dı so­nuç­la­rı çok ağır olur­du. Hat­ta in­san­la­rın ha­ya­ti fonk­si­yon­la­rı­nı sür­dür­me­si müm­kün ol­ma­ya­bi­lir­di. An­cak böy­le bir şey ol­maz ve is­tis­nai has­ta­lık­lar dı­şın­da tüm in­san­lar ken­di­le­ri­ne do­ğal ge­len, ama as­lın­da ar­dın­da tril­yon­lar­ca mu­ci­ze­vi iş­le­min bu­lun­du­ğu bir ya­şan­tı­yı sür­dü­rür­ler.

Be­yin­de­ki bir­bi­ri­ne bağ­lı iş­le­yen bu ya­pı da in­san vü­cu­dun­da­ki di­ğer bü­tün sis­tem­ler gi­bi her aşa­ma­sın­da mü­kem­mel özel­lik­le­re sa­hip bir ya­pı­dır. Bey­nin mil­yon­lar­ca iş­le­vi­ni hiç ha­ta yap­ma­dan, hiç­bir kar­ma­şa­ ol­ma­dan ger­çek­leş­ti­re­bil­me­si­nin kay­na­ğı ise, son­suz ak­la sa­hip olan Allah’ın on­la­rı bu özel­lik­ler­le bir­lik­te ya­rat­mış ol­ma­sı­dır.



Gök­le­rin ve ye­rin ya­ra­tıl­ma­sı ile on­lar­da her can­lı­dan tü­re­tip-yay­ma­sı O’nun ayet­le­rin­den­dir. Ve O, di­le­ye­ce­ği za­man on­la­rın hep­si­ni top­la­ma­ya güç yetiren­dir. (Şura Suresi, 29)



İN­SAN BE­DE­NİN­DE­Kİ HA­BER­Cİ:

HOR­MO­NAL SİS­TEM

Siz bu say­fa­yı okur­ken, hiç­bir şey his­set­me­den ve hiç­bir ka­rı­şık­lık ol­ma­dan vü­cu­du­nuz­da çok sa­yı­da iş­lem ger­çek­le­şir. Kal­bi­ni­zin bir da­ki­ka­da kaç kez ata­ca­ğı, ke­mik­le­ri­niz­de de­po­la­nan kal­si­yum ora­nı, ka­nı­nız­da­ki şe­ker yo­ğun­lu­ğu, böb­rek­le­ri­ni­zin da­ki­ka­da süz­dü­ğü su mik­ta­rı ve bun­la­ra ben­zer bin­ler­ce de­tay vü­cu­du­nuz­da­ki hüc­re­le­rin uyum­lu ça­lış­ma­sı sa­ye­sin­de ger­çek­le­şir. Vü­cu­du­nuz­da 100 de­ğil, 1000 ya da bir mil­yar de­ğil, yak­la­şık 100 tril­yon hüc­re var­dır. Pe­ki bu ka­dar çok sa­yı­da hüc­re­nin uyu­mu­nu sağ­la­yan ne­dir? İş­te bu uyu­mu sağ­la­yan vü­cu­du­nuz­da­ki hor­mo­nal sis­tem­dir.

Be­zel­ye ta­ne­si bü­yük­lü­ğün­de­ki hi­po­fiz be­zi, hor­mon­la­rın yö­ne­ti­ci­si ve dü­zen­le­yi­ci­si­dir. Bey­nin “hi­po­ta­la­mus” isim­li böl­ge­si­nin kont­ro­lü al­tın­da ça­lı­şır. Kü­çük bir et par­ça­sı gö­rü­nü­mün­de olan hi­po­fiz be­zi, hi­po­ta­la­mus­tan ge­len bil­gi­ler sa­ye­sin­de si­zin han­gi şart­lar­da ne­ye ih­ti­ya­cı­nız ol­du­ğu­nu, bu ih­ti­ya­cı gi­der­mek için han­gi or­ga­nı­nız­da­ki han­gi hüc­re­le­rin ça­lış­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni, bu hüc­re­le­rin kim­ya­sal me­ka­niz­ma­la­rı­nı, fi­zik­sel ya­pı­la­rı­nı, üre­til­me­si ge­re­ken ürün­le­ri ve üre­ti­min dur­du­rul­ma­sı ge­rek­ti­ği za­ma­nı bi­lir. Ay­rı­ca çok özel bir ha­ber­leş­me sis­te­mi sa­ye­sin­de bu ih­ti­yaç­la­rın kar­şı­lan­ma­sı için ge­rek­li yer­le­re bü­tün emir­le­ri ve­rir.

Ör­ne­ğin, in­san vü­cu­du er­gen­lik dö­ne­mi­nin so­nu­na ka­dar ge­li­şir. Tril­yon­lar­ca hüc­re bö­lü­ne­rek ço­ğa­lır, böy­le­ce do­ku ve or­gan­la­rın bü­yü­me­si sağ­la­nır. Be­lir­li bir bü­yük­lü­ğe ula­şıl­dı­ğın­da do­ku­lar­da bü­yü­me fa­ali­ye­ti du­rur. İş­te ne ka­dar bü­yü­me­niz ge­rek­ti­ği­ni bi­len ve bu bü­yük­lü­ğe ulaş­tı­ğı­nız­da bü­yü­me­ni­zi dur­du­ran hi­po­fiz de­ni­len bez­dir. Hi­po­fiz ay­nı za­man­da vü­cu­du­nuz­da­ki kar­bon­hid­rat ve yağ me­ta­bo­liz­ma­sı­nı dü­zen­ler. Ge­rek­ti­ği za­man hüc­re­le­ri­niz­de ya­pı­lan pro­te­in üre­ti­mi­ni ar­tı­rır.

Siz sa­de­ce bir baş dön­me­si ya da bir ra­hat­sız­lık his­se­der­si­niz ve bu­nun üze­ri­ne bir sü­re din­le­nir­si­niz ve ra­hat­sız­lı­ğı­nız ge­çer. Eğer bu ra­hat­sız­lı­ğın ne­de­ni kan ba­sın­cı­nı­zın düş­me­si ise hi­po­fiz be­zi he­men dev­re­ye gi­rer. Hi­po­fi­zin sal­gı­la­dı­ğı mo­le­kül­ler, da­mar­la­rın et­ra­fın­da­ki kas­la­rın bü­zül­me­si­ni sağ­lar. Mil­yon­lar­ca ka­sın bü­zül­me­si ve da­mar­la­rın kü­çül­me­si kan ba­sın­cı­nı ar­tı­rır; siz de ken­di­ni­zi iyi his­se­der­si­niz.

Hi­po­fiz be­zi hor­mon­la­rın top­lu ola­rak sal­gı­lan­dı­ğı böl­ge­ler­den sa­de­ce bi­ri­dir. Bu­nun dı­şın­da böb­re­küs­tü be­zi, pank­re­as, eşey­sel bez­ler, ti­ro­id bez­le­ri gi­bi böl­ge­ler­de de ha­ya­tın de­va­mı için son de­re­ce önem­li hor­mon­lar sal­gı­la­nır. Bu böl­ge­ler­den her­han­gi bi­ri­nin bo­zul­ma­sı ve­ya ek­sik ça­lış­ma­sı du­ru­mun­da ha­ya­tın sür­dü­rül­me­si im­kan­sız ha­le ge­lir. İn­san vü­cu­dun­da­ki di­ğer sis­tem­ler gi­bi hor­mo­nal sis­tem de ku­sur­suz bir bü­tün­lük için­de ça­lı­şır. Bu bü­tün­lü­ğü sağ­la­yan, in­san vü­cu­dun­da­ki bu ku­sur­suz haber­leş­me sis­temini yaratan hiç kuş­kusuz ki Yüce Allah’tır.




DİK­KAT­Lİ BİR DE­NET­LE­Yİ­Cİ:

HÜC­RE ZA­RI

Çok sı­kı gü­ven­lik ön­lem­le­ri uy­gu­la­nan, za­rar ve­re­cek hiç­bir şe­yin ka­pı­lar­dan içe­ri­ye so­kul­ma­dı­ğı, içe­ri gi­riş için ola­ğa­nüs­tü kont­rol­le­rin ya­pıl­dı­ğı ve ge­len­le­rin an­cak öy­le içe­ri­ye alın­dı­ğı bir bi­na dü­şü­nün. An­cak bü­tün bun­la­rı bi­na­nın ken­di­si ya­pı­yor ol­sun. Dı­şa­rı­dan hiç­bir mü­da­ha­le, hiç­bir yar­dım al­ma­dan bi­na bir can­lı gi­bi ha­re­ket et­sin. Bir bi­na­nın dü­şü­nür gi­bi ha­re­ket et­me­si, ya­ni gü­ven­lik kont­rol­le­ri­ni bil­gi­sa­yar­lar yar­dı­mı ile yap­ma­sı, kim­lik ta­ra­ma­sı yap­ma­sı gü­nü­müz tek­no­lo­ji­si ile müm­kün ola­bi­lir. Pe­ki böy­le bir sis­te­min 1 mi­li­met­re­nin yüz­bin­de bi­ri ge­niş­li­ğin­de bir ala­na yer­leş­ti­ril­di­ği­ni söy­le­sek ne dü­şü­nür­sü­nüz? Şu an­ki tek­no­lo­ji ile böy­le bir ba­şa­rı­nın ger­çek­leş­ti­ril­me­si müm­kün de­ğil­dir. An­cak bu, böy­le bir sis­te­min dün­ya üze­rin­de var ol­ma­dı­ğı an­la­mı­na gel­mez.

İlk du­yul­du­ğun­da im­kan­sız gi­bi ge­len bu ola­ğa­nüs­tü sis­tem in­san ilk or­ta­ya çık­tı­ğın­dan be­ri za­ten var­dır. Şu an­da yer­yü­zün­de­ki bü­tün in­san­la­rın vü­cut­la­rı­nı oluş­tu­ran yak­la­şık 100 tril­yon hüc­re­nin her bi­ri­nin za­rın­da böy­le bir sis­tem mev­cut­tur.

Hüc­re za­rı, bi­linç­li bir can­lı­nın, ya­ni in­sa­nın te­mel özel­lik­le­rin­den olan ka­rar ver­me, ha­tır­la­ma, de­ğer­len­dir­me gi­bi özel­lik­ler gös­te­rir. Kom­şu hüc­re­ler­le bağ­lan­tı­yı sağ­lar, hüc­re­ye gi­riş-çı­kış­la­rı çok has­sas bir şe­kil­de de­net­ler. Sa­hip ol­du­ğu bu üs­tün ka­rar ver­me ye­te­ne­ği, ha­fı­za­sı ve gös­ter­di­ği akıl ne­de­niy­le hüc­re za­rı hüc­re­nin bey­ni ola­rak ka­bul edil­mek­te­dir.

An­cak bu­ra­da bi­linç­li bir ha­re­ke­tin­den söz et­ti­ği­miz hüc­re za­rı o ka­dar in­ce­dir ki, an­cak elekt­ron mik­ros­ko­buy­la fark edi­le­bi­lir. Zar, çift ta­raf­lı, uç­suz bu­cak­sız bir du­va­ra ben­zer. Bu du­var hüc­re­ye gi­ri­şi ve çı­kı­şı sağ­la­yan ka­pı­lar ve za­rın dış or­ta­mı ta­nı­ma­sı­nı sağ­la­yan al­gı­la­yı­cı­lar­la do­na­tıl­mış­tır. Bun­lar hüc­re du­va­rı­nın üze­rin­de yer alır ve hüc­re­ye ya­pı­lan tüm gi­riş ve çı­kış­la­rı ti­tiz bir bi­çim­de de­net­ler­ler.

Hüc­re za­rı­nın ilk gö­re­vi hüc­re­nin or­ga­nel­le­ri­ni sa­ra­rak bi­ra­ra­da tut­mak­tır. Ay­rı­ca bu or­ga­nel­ler­de­ki iş­lem­le­rin de­vam ede­bil­me­si için ge­rek­li mad­de­le­ri dış or­tam­dan sağ­lar. Bu­nu ya­par­ken hüc­re za­rı son de­re­ce ik­ti­sat­lı dav­ra­nır; hüc­re­nin ih­ti­yaç duy­du­ğu mik­tar­dan faz­la­sı­nı ke­sin­lik­le içe­ri al­maz. Bir yan­dan da hüc­re­nin için­de­ki za­rar­lı atık­la­rı anın­da tes­pit eder ve hiç za­man kay­bet­me­den bun­la­rı dı­şa­rı atar. Hüc­re za­rı­nın gö­re­vi son de­re­ce ha­ya­ti­dir; en ufak bir ha­ta­yı ka­bul et­mez. Çün­kü her­han­gi bir ha­ta ve­ya ak­sak­lık hüc­re­nin ölü­mü de­mek­tir.

Yağ ve pro­te­in mo­le­kül­le­rin­den mey­da­na gel­miş bir kat­man olan hüc­re za­rı­nın bu tür akıl­cı ha­re­ket­le­ri­nin ve bi­linç­li ka­rar­la­rı­nın ken­di­sin­den kay­nak­lan­ma­dı­ğı açık­tır. Te­sa­dü­fen böy­le bir sis­te­min or­ta­ya çı­ka­ma­ya­ca­ğı­nı da akıl ve vic­dan sa­hi­bi her in­sa­nın ko­lay­lık­la gö­re­bi­lir. Hüc­re de onu sa­ran zar da üs­tün bir il­min sa­hi­bi olan Allah’ın yaratmasıdır. Ve ken­di­le­ri­ni ku­sur­suz­ca ya­ra­tan Allah’ın be­lir­le­di­ği gö­rev­le­ri ye­ri­ne ge­tir­mek­tedir­ler.



MİN­YA­TÜR BİL­Gİ

BAN­KA­SI: DNA

DNA, in­san vü­cu­du­nun bil­gi ban­ka­sı­dır. Çev­re­niz­de­ki in­san­la­ra şöy­le bir ba­kın ve ne gi­bi özel­lik­le­ri­nin ol­du­ğu­nu bir an­ için dü­şün­me­ye ça­lı­şın. İş­te bu ki­şi­le­re ait göz ren­gi, boy uzun­lu­ğu, saç cin­si ve ren­gi, ses to­nu, ten ren­gi vs. gi­bi bü­tün bil­gi­ler DNA’la­rın­da ka­yıt­lı­dır. Bu bil­gi ban­ka­sı hem için­de bu­lun­du­ğu hüc­re­nin hem de vü­cut­ta­ki di­ğer tüm hüc­re­le­rin ya­pı­la­rı ve ih­ti­yaç­la­rı hak­kın­da­ki her tür­lü bil­gi­yi de için­de ba­rın­dı­rır. İn­san vü­cu­du bir ya­pı­ya ben­ze­ti­le­cek olur­sa, vü­cu­dun en in­ce ay­rın­tı­sı­na ka­dar ek­sik­siz bir plan ve pro­je­si, bü­tün tek­nik ay­rın­tı­la­rıy­la her hüc­re­nin çe­kir­de­ğin­de­ki DNA’da mev­cut­tur.

DNA, hüc­re­nin or­ta­sın­da yer alan çe­kir­dek­te ti­tiz­lik­le ko­run­mak­ta­dır. İn­san vü­cu­dun­da sa­yı­la­rı 100 tril­yo­na va­ran hüc­re­le­rin or­ta­la­ma ça­pı­nın ‘mi­li­met­re­nin yüz­de bi­ri’ ol­du­ğu ha­tır­la­na­cak olur­sa, ne ka­dar kü­çük bir alan­dan söz edil­di­ği da­ha iyi an­la­şı­lır. Bu mu­ci­ze­vi mo­le­kül, Allah’ın ya­rat­ma sa­na­tın­da­ki mü­kem­mel­lik ve ola­ğa­nüs­tü­lü­ğün açık bir ka­nı­tı­dır.

DNA’da­ki bu bil­gi­ler sa­de­ce fi­zik­sel özel­lik­le­ri be­lir­le­mez. Ay­nı za­man­da hüc­re ve vü­cut­ta­ki bin­ler­ce fark­lı ola­yı ve sis­te­mi de kont­rol eder. Ör­ne­ğin, in­sa­nın kan ba­sın­cı­nın al­çak, yük­sek ve­ya nor­mal ol­ma­sı bi­le DNA’da­ki bil­gi­le­re bağ­lı­dır.

Bi­li­ma­dam­la­rı, in­sa­nın ge­ne­tik ya­pı­sıy­la il­gi­li bil­gi­le­rin çok­lu­ğu­nu vur­gu­la­mak için, de­ği­şik öl­çü bi­rim­le­ri or­ta­ya koy­mak­ta­dır. DNA’da ka­yıt­lı bu­lu­nan bil­gi­ler o ka­dar yük­sek mik­tar­da­dır ki, bun­la­rı içe­ren ki­tap­lar ol­du­ğu­nu ve bu ki­tap­la­rı üst üs­te koy­du­ğu­mu­zu farz et­ti­ği­miz­de 70 met­re yük­sek­lik el­de ede­riz. Bi­li­ma­dam­la­rı in­sa­nın gen ha­ri­ta­sı­nı dak­ti­lo et­me­nin sü­re­si­ni de he­sap­la­mış­lar ve da­ki­ka­da 60 ke­li­me ya­zan bir ki­şi­nin gün­de se­kiz sa­at ça­lı­şa­rak bu ça­lış­ma­yı an­cak 50 yıl­da bi­ti­re­bi­le­ce­ği­ni kay­det­miş­ler­dir. Ay­rı­ca DNA’da­ki bil­gi­ler­le 200’e ya­kın 500’er say­fa­lık te­le­fon def­te­ri dol­du­ru­la­bi­le­ce­ği­ni de ifa­de et­miş­ler­dir.

Göz­le gö­re­me­di­ği­miz, ça­pı mi­li­met­re­nin mil­yar­da bi­ri bü­yük­lü­ğün­de, atom­la­rın yan­ya­na di­zil­me­siy­le oluş­muş bir zin­ci­rin böy­le bir bil­gi­ye ve ha­fı­za­ya sa­hip ol­ma­sı ve bir can­lı­nın tüm ya­şam­sal fonk­si­yon­la­rı­nın bu bil­gi ile yü­rü­tül­me­si, açık bir ya­ra­tı­lış ger­çe­ği­dir. Allah DNA’ya yer­leş­tir­di­ği bil­gi­ler­le gü­cü­nün sı­nır­sız­lı­ğı­nı ve ya­rat­ma­da hiç­bir or­ta­ğı­nın ol­ma­dı­ğı­nı bir ke­re da­ha gös­ter­mek­te­dir. Allah’ın il­mi­nin sı­nır­sız­lı­ğı bir ayet­te şöy­le bir ben­zet­me ile bil­di­ril­mek­te­dir.



De ki: “Rab­bi­min söz­le­ri(ni yaz­mak) için de­niz mü­rek­kep ol­sa ve yar­dım için bir ben­ze­ri­ni (bir o ka­da­rı­nı) da­hi ge­tir­sek, Rab­bi­min söz­le­ri tü­ken­me­den ön­ce, el­bet­te deniz tükeniverir­di.” (Kehf Suresi, 109)



LEZ­ZET VE GÜ­ZEL­Lİ­ĞİN

Bİ­LİN­ME­YEN KAY­NA­ĞI: MO­LE­KÜL­LER

Bir­çok mad­de ay­nı atom­la­rı içer­me­si­ne rağ­men fark­lı gö­rü­nür ve fark­lı özel­lik­ler ta­şır. Siz­ce çev­re­niz­de gör­dü­ğü­nüz ci­sim­le­ri bir­bi­rin­den fark­lı kı­lan şey ne­dir? Renk­le­ri­ni, bi­çim­le­ri­ni, ko­ku­la­rı­nı, tat­la­rı­nı bir­bi­rin­den fark­lı­laş­tı­ran, yu­mu­şak ya da sert ol­ma­la­rı­nı sağ­la­yan ne­dir? İş­te bü­tün bun­la­rın ne­de­ni atom­la­rın mo­le­kül­le­ri oluş­tur­mak için ara­la­rın­da kur­duk­la­rı fark­lı kim­ya­sal bağ­lar­dır.

Mad­de­ye gi­den ilk ba­sa­mak olan atom­lar­dan son­ra ikin­ci ba­sa­mak mo­le­kül­ler­dir. Mo­le­kül­ler, mad­de­nin kim­ya­sal özel­lik­le­ri­ni be­lir­ten en kü­çük bi­rim­ler­dir. Bu kü­çük ya­pı­lar iki ve­ya da­ha çok atom­dan, ba­zı­la­rı da bin­ler­ce atom gru­bun­dan olu­şur. Mo­le­kül­le­rin de­ği­şik bi­çim­ler­de bi­ra­ra­ya gel­me­le­riy­le de çev­re­miz­de gör­dü­ğü­müz çe­şit­li­lik or­ta­ya çı­kar. Bu­nu tat ve ko­ku du­yu­la­rı­mız­dan ör­nek ve­re­rek gö­re­lim.

“Tat” ve “ko­ku” de­di­ği­miz kav­ram­lar, as­lın­da bir­bi­rin­den fark­lı mo­le­kül­le­rin du­yu or­gan­la­rı­mız­da ya­rat­tı­ğı al­gı­lar­dan baş­ka bir şey de­ğil­dir. Yi­ye­cek­le­rin, içe­cek­le­rin, çe­şit­li mey­ve ve çi­çek ko­ku­la­rı­nın hep­si yan­da­ki kü­çük re­sim­de bir ör­ne­ği­ni gör­dü­ğü­müz uçu­cu mo­le­kül­ler­den iba­ret­tir. Atom­lar bir yan­dan can­lı ve can­sız mad­de­yi oluş­tu­rur­ken, di­ğer ta­raf­tan da mad­de­ye lez­zet ve gü­zel­lik kat­mak­ta­dır­lar. Pe­ki ama bu na­sıl ger­çek­leş­mek­te­dir?

Va­nil­ya ko­ku­su, la­le ko­ku­su gi­bi uçu­cu mo­le­kül­ler, bur­nun epi­tel­yum adı ve­ri­len böl­ge­sin­de­ki tit­rek tüy­ler­de bu­lu­nan alı­cı­la­ra ge­lir ve bu alı­cı­lar­la et­ki­le­şi­me gi­rer. İş­te bu et­ki­le­şim bey­ni­miz­de ko­ku ola­rak al­gı­la­nır. Ay­nı şe­kil­de in­san di­li­nin ön ta­ra­fın­da da dört fark­lı tip kim­ya­sal alı­cı var­dır. Bun­lar da tuz­lu, şe­ker­li, ek­şi ve acı tat­la­rı­na kar­şı­lık ge­lir. İş­te tüm du­yu or­gan­la­rı­mı­zın alı­cı­la­rı­na ge­len bu mo­le­kül­ler bey­ni­miz ta­ra­fın­dan kim­ya­sal sin­yal­ler ola­rak al­gı­la­nır.

Gü­nü­müz­de tat ve ko­ku­nun na­sıl al­gı­lan­dı­ğı, na­sıl oluş­tu­ğu ko­nu­su an­la­şı­la­bil­miş­tir, ama bi­li­ma­dam­la­rı ne­den ba­zı mad­de­le­rin çok, ba­zı mad­de­le­rin az kok­tu­ğu, ne­den ba­zı­la­rı­nın tat­la­rı­nın hoş ve ba­zı­la­rı­nın da kö­tü ol­du­ğu ko­nu­sun­da bir gö­rüş bir­li­ği­ne va­ra­ma­mış­lar­dır.

Tat ve ko­ku­nun var ol­ma­sı in­san­lar için te­mel bir ih­ti­yaç de­ğil­dir. An­cak kah­ve­ren­gi ve ken­di­ne has bir ko­ku­su olan top­rak­tan yüz­ler­ce çe­şit­te, hoş ko­ku­lu ve lez­zet­li mey­ve, seb­ze ve bin­ler­ce renk, bi­çim ve ko­ku­da çi­çek çık­mak­ta­dır. Ve tüm bun­lar muh­te­şem bir sa­na­tın ürü­nü ola­rak dün­ya­mı­za apay­rı bir gü­zel­lik kat­mak­ta­dır­lar.

Bu açı­dan renk ve ko­ku da di­ğer tüm ni­met­ler gi­bi, son­suz lü­tuf ve ik­ram sa­hi­bi Allah’ın in­sa­na kar­şı­lık­sız sun­du­ğu gü­zel­lik­ler­den­dir. Yal­nız­ca bu iki al­gı­nın var ol­ma­ma­sı da­hi in­sa­nın ha­ya­tı­nı bü­yük öl­çü­de tat­sız­laş­tır­ma­ya ye­ter­di. Ken­di­si­ne ve­ri­len tüm bu ni­met­le­re kar­şı­lık, in­sa­na dü­şen kuş­ku­suz ken­di­si­ni her yön­den ku­şat­mış böy­le son­suz bir ik­ram kar­şı­sın­da Rabbimiz’in di­le­di­ği gi­bi bir kul ol­maya çalış­mak­tır.



ATO­MUN YA­PI­SIN­DA SAK­LI GÜÇ

Ha­va, su, dağ­lar, hay­van­lar, bit­ki­ler, vü­cu­du­nuz, otur­du­ğu­nuz kol­tuk, kı­sa­ca­sı en kü­çü­ğün­den en bü­yü­ğü­ne ka­dar gör­dü­ğü­nüz, do­kun­du­ğu­nuz, his­set­ti­ği­niz her­şey atom­lar­dan mey­da­na gel­miş­tir. Her iki eli­niz de, el­le­ri­niz­de tut­tu­ğu­nuz bu ki­tap da atom­lar­dan olu­şur. Atom­lar öy­le kü­çük par­ça­cık­lar­dır ki, en güç­lü mik­ros­kop­lar­la da­hi bir ta­ne­si­ni gör­mek müm­kün de­ğil­dir. Bir ato­mun ça­pı mi­li­met­re­nin mil­yon­da bi­ri ka­dar­dır.

Bu kü­çük­lü­ğü bir in­sa­nın gö­zün­de can­lan­dır­ma­sı pek müm­kün de­ğil­dir. O yüz­den bu­nu bir ör­nek­le açık­la­ma­ya ça­lı­şa­lım: Eli­niz­de bir anah­tar ol­du­ğu­nu dü­şü­nün. Kuş­ku­suz bu anah­ta­rın için­de­ki atom­la­rı gö­re­bil­me­niz müm­kün de­ğil­dir. Gö­re­bil­mek için eli­niz­de­ki anah­ta­rı dün­ya­nın bo­yut­la­rı­na ge­tir­di­ği­ni­zi far­ze­de­lim. Eli­niz­de­ki anah­tar dün­ya bo­yu­tun­da bü­yür­se, iş­te an­cak o za­man anah­ta­rın için­de­ki her bir atom bir ki­raz bü­yük­lü­ğü­ne ula­şır ve siz de on­la­rı gö­re­bi­lir­si­niz.41

Pe­ki bu ka­dar kü­çük bir ya­pı­nın için­de ne var­dır? Bu de­re­ce kü­çük ol­ma­sı­na rağ­men ato­mun için­de ev­ren­de gör­dü­ğü­müz sis­tem­le kı­yas­la­na­bi­le­cek ka­dar ku­sur­suz, eş­siz ve komp­leks bir sis­tem bu­lun­mak­ta­dır. Her atom, bir çe­kir­dek ve çe­kir­de­ğin çok uza­ğın­da­ki yö­rün­ge­ler­de dö­nüp-do­la­şan elekt­ron­lar­dan oluş­muş­tur. Çe­kir­de­ğin için­de ise pro­ton ve nöt­ron is­mi ve­ri­len baş­ka par­ça­cık­lar var­dır.

Çe­kir­dek, ato­mun tam mer­ke­zin­de bu­lun­mak­ta­dır ve ato­mun ni­te­li­ği­ne gö­re be­lir­li sa­yı­lar­da pro­ton ve nöt­ron­dan oluş­muş­tur. Çe­kir­de­ğin ya­rı­ça­pı, ato­mun ya­rı­ça­pı­nın on­bin­de bi­ri ka­dar­dır. Bi­raz ön­ce bah­set­ti­ği­miz gi­bi, eli­niz­de­ki anah­ta­rı dün­ya bo­yut­la­rı­na ge­tir­di­ği­niz­de or­ta­ya çı­kan ki­raz bü­yük­lü­ğün­de­ki atom­la­rın için­de çe­kir­de­ği ara­ya­lım. Ama bu ara­yış bo­şu­na­dır, çün­kü böy­le bir öl­çek­te bi­le çok da­ha kü­çük olan çe­kir­de­ği göz­lem­le­me ola­na­ğı­mız ke­sin­lik­le yok­tur. Çe­kir­de­ği gö­re­bil­me­miz için ato­mu­mu­zu tem­sil eden ki­raz ye­ni­den bü­yü­yüp iki yüz met­re yük­sek­li­ğin­de ko­ca­man bir top ol­ma­lı­dır. Bu akıl al­maz bo­yu­ta kar­şın ato­mu­mu­zun çe­kir­de­ği yi­ne de çok kü­çük bir toz ta­ne­sin­den da­ha iri bir du­ru­ma gel­me­ye­cek­tir.42

An­cak bu­ra­da son de­re­ce şa­şır­tı­cı bir du­rum var­dır: Hac­mi ato­mun 10 mil­yar­da bi­ri ol­ma­sı­na rağ­men, çe­kir­de­ğin küt­le­si ato­mun küt­le­si­nin %99.95’ini oluş­tur­mak­ta­dır. Pe­ki bir şey na­sıl olur da bir yan­dan küt­le­nin yak­la­şık ta­ma­mı­nı oluş­tu­rur­ken, di­ğer yan­dan da he­men he­men hiç yer kap­la­maz?

Bu­nun se­be­bi, ato­mun küt­le­si­ni oluş­tu­ran yo­ğun­lu­ğun, ato­mun çe­kir­de­ğin­de bi­rik­miş ol­ma­sı­dır. Bu­nu sağ­la­yan ise “güç­lü nük­le­er kuv­vet” is­mi ve­ri­len kuv­vet­tir. Bu kuv­vet sa­ye­sin­de ato­mun çe­kir­de­ği da­ğıl­ma­dan bi­ra­ra­da du­ra­bi­lir.

Bu­ra­ya ka­dar an­lat­tık­la­rı­mız tek bir ato­mun için­de­ki ku­sur­suz sis­te­min sa­de­ce bir­kaç kü­çük de­ta­yıy­dı. As­lın­da atom üze­ri­ne cilt­ler­ce ki­tap ya­zı­la­bi­le­cek ka­dar kap­sam­lı bir ya­pı­ya sa­hip­tir. An­cak bu­ra­da gör­dü­ğü­müz bu bir­kaç kü­çük de­tay bi­le onu muh­te­şem ya­pı­sıy­la bir­lik­te Allah’ın yarattığını gö­re­bil­mek için ye­ter­lidir.



PRO­TON­LAR VE ELEKT­RON­LAR

ARA­SIN­DA­Kİ DEN­GE

Ato­mun için­de­ki ku­sur­suz dü­ze­nin bi­raz da­ha de­ta­yı­na in­mek­te ya­rar gö­rü­yo­ruz. Bi­lin­di­ği gi­bi elekt­ron­lar, sa­hip ol­duk­la­rı elekt­rik yü­kü ne­de­niy­le çe­kir­de­ğin et­ra­fın­da sü­rek­li ola­rak dö­ner­ler. Bü­tün elekt­ron­lar ek­si (-) elekt­rik yü­kü ile yük­lü­dür­ler, bü­tün pro­ton­lar ise ar­tı (+) yü­küy­le. Ve ato­mun çe­kir­de­ğin­de­ki ar­tı yük, elekt­ron­la­rı ken­di­ne doğ­ru çe­ker. Bu ne­den­le elekt­ron­lar, hız­la­rı­nın ken­di­le­ri­ne ver­di­ği mer­kez-kaç gü­cü­ne rağ­men, çe­kir­de­ğin et­ra­fın­dan ay­rıl­maz­lar.

Ato­mun mer­ke­zin­de ne ka­dar pro­ton var­sa, dı­şın­da da o ka­dar elekt­ron olur. Bu sa­ye­de atom­la­rın elekt­rik­sel yü­kü den­ge­le­nir. An­cak pro­to­nun hac­mi de, küt­le­si de, elekt­ron­dan çok da­ha faz­la­dır. Eğer bir kar­şı­laş­tır­ma yap­mak ge­re­kir­se, ara­la­rın­da­ki fark, bir in­san­la bir fın­dık ara­sın­da­ki fark gi­bi­dir. Ama yi­ne de elekt­rik yük­le­ri bir­bi­ri­nin ay­nı­dır.

Pe­ki aca­ba pro­ton ve elekt­ro­nun elekt­rik­sel yük­le­ri eşit ol­ma­say­dı ne olur­du?

Bu du­rum­da ev­ren­de­ki tüm atom­lar, pro­ton­da­ki faz­la ar­tı elekt­rik ne­de­niy­le, ar­tı elekt­rik yü­kü­ne sa­hip ola­cak­lar­dı. Bu­nun so­nu­cun­da da ev­ren­de­ki her atom bir­bi­ri­ni ite­cek­ti.

Aca­ba bu du­rum şu an ger­çek­leş­se ne olur? Ev­ren­de­ki atom­la­rın her bi­ri bir­bi­ri­ni it­se ne­ler ya­şa­nır?

Ya­şa­na­cak olan şey­ler çok ola­ğan­dı­şı­dır. Atom­lar­da­ki bu de­ği­şik­lik oluş­tu­ğu an­da, şu an­da bu ki­ta­bı tu­tan el­le­ri­niz ve kol­la­rı­nız bir an­da pa­ram­par­ça olur­lar. Sa­de­ce el­le­ri­niz ve kol­la­rı­nız de­ğil, göv­de­niz, ba­cak­la­rı­nız, ba­şı­nız, göz­le­ri­niz, diş­le­ri­niz, kı­sa­ca vü­cu­du­nu­zun her par­ça­sı bir an­da ha­va­ya uçar. İçin­de otur­du­ğu­nuz oda, pen­ce­re­den gö­zü­ken dış dün­ya da bir an­da ha­va­ya uçar. Yer­yü­zün­de­ki tüm de­niz­ler, dağ­lar, Gü­neş Sis­te­mi’nde­ki tüm ge­ze­gen­ler ve ev­ren­de­ki bü­tün gök ci­sim­le­ri ay­nı an­da son­suz par­ça­ya ay­rı­lıp yok olur­lar. Ve bir da­ha da ev­ren­de hiç­bir göz­le gö­rü­lür ci­sim var ol­maz.

Üs­te­lik can­lı­lar için böy­le bir ola­yın ya­şan­ma­sı elekt­ron ve pro­ton­la­rın elekt­rik yük­le­ri ara­sın­da­ki den­ge­nin 100 mil­yar­da bir ora­nın­da de­ğiş­me­siy­le ger­çek­le­şe­bi­lir. Ev­re­nin yok ol­ma­sı ise bu den­ge­de­ki mil­yar ke­re mil­yar­da bir oy­na­ma ile mey­da­na ge­lir. Ya­ni ev­re­nin ve can­lı­la­rın var­lı­ğı, çok has­sas den­ge­ler­le müm­kün­dür. (De­tay­lı bil­gi için bkz. Ha­run Yah­ya, Ev­re­nin Ya­ra­tı­lı­şı)

Bu den­ge­nin or­ta­ya koy­du­ğu ger­çek ise, ev­re­nin, rast­ge­le or­ta­ya çık­ma­mış, be­lir­li bir ama­ca yö­ne­lik ola­rak dü­zen­len­miş ol­du­ğu­dur. Tüm ev­re­ni yok­tan var edip, son­ra da onu di­le­di­ği bi­çim­de ta­sar­la­yıp dü­zen­le­yen ye­ga­ne kud­ret ise, el­bet­te ki Ku­ran’da­ki ifa­dey­le “tüm alem­le­rin Rab­bi” olan Allah’tır. Ku­ran’da be­lir­til­di­ği gi­bi, Allah, gö­ğü bi­na et­miş, son­ra ona bel­li bir dü­zen ver­miş­tir. (Na­zi­at Su­re­si, 27-28)




SONUÇ





Kit­ap bo­yun­ca Allah’ın tüm ka­inat­ta gö­rü­len ih­ti­şam­lı ya­ra­tı­şı­na şa­hit ol­duk. Uza­yın de­rin­lik­le­rin­de­ki bir yıl­dı­zın ha­re­ket­le­rin­den ato­mun için­de­ki yö­rün­ge­le­re, bir ke­le­be­ğin ka­nat­la­rın­da­ki si­met­ri­den bir ku­şun yav­ru­la­rı­na gös­ter­di­ği ti­tiz ba­kı­ma, de­ni­z al­tın­da ne­re­dey­se sırf ka­buk­tan olu­şan bir can­lı­nın ola­ğa­nüs­tü gü­zel­lik­te in­ci­le­ri oluş­tur­ma­sın­dan su­yun yer­yü­zün­de­ki can­lı­lık açı­sın­dan öne­mi­ne ka­dar pek­ çok ya­ra­tı­lış de­li­li­ni in­ce­le­dik.

An­cak unu­tul­ma­ma­sı ge­re­ken çok önem­li bir nok­ta var­dır. Ne ka­dar çok ör­nek ve­rir­sek ve­re­lim, bu, Allah’ın son­suz gü­cü­nü ve ben­zer­siz il­mi­ni an­lat­mak için as­la ye­ter­li ol­ma­ya­cak­tır. Allah bü­tün üs­tün sı­fat­la­rın, bü­tün gü­zel isim­le­rin, bü­tün gü­cün tek sa­hi­bi­dir. Gör­dü­ğü­nüz ya da gör­me­di­ği­niz her dü­zen her an Allah’ın iz­niy­le iş­ler. Tüm in­san­la­rı, can­lı can­sız tüm var­lık­la­rı Allah ya­ra­tır ve kont­ro­lün­de tu­tar. Ku­ran’da bil­di­ril­di­ği gi­bi, “… O’nun, al­nın­dan ya­ka­la­yıp-de­net­le­me­di­ği hiç­bir can­lı yok­tur…” (Hud Su­re­si, 56) Biz­den mil­yon­lar­ca ışık yı­lı uzak­ta­ki gök ci­sim­le­ri­nin ha­re­ket­le­rin­den Gü­neş’te mey­da­na ge­len olay­la­ra, Dün­ya at­mos­fe­ri­ne gi­ren ışın­lar­dan yer­yü­zü­nün kat­man­la­rın­da ya­şa­nan ge­liş­me­le­re, yer­yü­zün­de­ki su­yun bu­har­laş­ma­sın­dan ağaç­lar­dan dü­şen yap­rak­la­ra ka­dar ka­inat­ta mey­da­na ge­len bü­tün olay­lar Allah’ın kont­ro­lün­de ger­çek­le­şir. Üs­tün güç sa­hi­bi olan Allah son­suz il­miy­le bun­la­rı her an ya­ra­tır ve en ku­sur­suz bi­çim­de dü­zen­ler.

Allah’ın ya­ra­tı­şı son­suz ve sı­nır­sız­dır. Bu­nu da­ha iyi an­la­mak için ken­di­ni­zi dü­şü­nün. Siz de di­ğer in­san­lar gi­bi el­le­ri, kol­la­rı, göz­le­ri, ku­lak­la­rı, ba­cak­la­rı olan mil­yar­lar­ca in­san­dan bi­ri­si­niz, ama ay­nı za­man­da her bi­rin­den fark­lı­sı­nız. Bir de in­sa­nın ilk ya­ra­tı­lı­şın­dan bu­gü­ne ka­dar dün­ya üze­rin­de ya­şa­mış olan in­san­la­rı dü­şü­nün. Bu­gü­ne ka­dar bel­ki mil­yar­lar­ca, bel­ki yüz mil­yar­lar­ca in­san ya­şa­mış­tır. Ve bu in­san­lar da si­zin gi­bi el­le­re, kol­la­ra, göz­le­re, ku­lak­la­ra sa­hip ol­ma­sı­na rağ­men si­ze hiç ben­ze­me­miş­tir. İş­te Allah di­ler­se bu in­san­lar ka­dar ve da­ha da faz­la­sı­nı ya­rat­ma­ya güç ye­ti­ren­dir.

Allah in­sa­nın hiç bil­me­di­ği ve sa­hip ol­du­ğu sı­nır­lı akıl­la an­la­mak­ta güç­lük çe­ke­ce­ği da­ha bir­çok şe­yi ya­rat­ma­ya da ka­dir­dir. Bun­lar Allah’ın ya­ra­tı­şın­da­ki ben­zer­siz­li­ğin kav­ran­ma­sı açı­sın­dan üze­rin­de dü­şü­nül­me­si ge­re­ken ger­çek­ler­dir. Allah son­suz sa­yı­da ev­ren, son­suz sa­yı­da var­lık, son­suz sa­yı­da me­kan ya­rat­ma­ya güç ye­ti­ren­dir. Her bi­ri­ni fark­lı özel­lik­ler­de ya­rat­ma­ya da güç ye­ti­ren­dir.

Bü­tün bu ger­çek­ler­den ha­ber­dar olan in­sa­na dü­şen ise, Allah’ın is­te­di­ği bir ya­şam bi­çi­mi­ni sür­dür­mek, Allah’ı hoş­nut ede­cek dav­ra­nış­lar­da bu­lun­mak­tır. Gaf­le­te sü­rük­le­yen, dü­şün­me­yi en­gel­le­yen ne­den­le­ri or­ta­dan kal­dır­ma­yı her­kes an­cak ken­di ça­ba­sı ile ba­şa­ra­cak­tır.



De ki: “Ey in­san­lar, şüp­he­siz si­ze Rab­bi­niz­den hak gel­miş­tir. Kim hi­da­yet bu­lur­sa, o an­cak ken­di nef­si için hi­da­yet bul­muş­tur. Kim sa­par­sa, o da, ken­di aley­hi­ne sap­mış­tır. Ben si­zin üze­ri­niz­de bir vekil değilim.” (Yunus Suresi, 108)

Önemli Not:

İMANINI, ALLAH'A OLAN YAKINLIĞINI, BİLGİSİNİ, DERİNLİĞİNİ ARTIRMAK İSTEYEN KARDEŞLERİMİZ "AKADEMİ" ALBÜMÜNÜ MUTLAKA TAKİP ETSİNLER.
DÜNYA HAYATI KISA. DÜNYA'YA SADECE ALLAH'A YAKLAŞMAK İÇİN GELDİK. ÖLÜM HER AN GELEBİLİR. O YÜZDEN VAKTİMİZİ MÜMKÜN OLDUĞUNCA İYİ DEĞERLENDİRELİM İNŞAALLAH.

Dua Köşesi

...Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (Fatiha Suresi, 4-7)

"Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır"... (Bakara Suresi, 126)

... "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin" (Bakara Suresi, 127)

Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin. (Bakara Suresi, 128-129)

..."Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru"... (Bakara Suresi, 201-202)

..."Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 250)

"... Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)

"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen... (Al-i İmran Suresi, 8-9)

"Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru" (Al-i İmran Suresi, 16)

..."Rabbim, karnımda olanı, "her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak" Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen"...(Al-i İmran Suresi, 35)

..."Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin"...(Al-i İmran Suresi, 38)

"Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahitlerle beraber yaz."(Al-i İmran Suresi, 53)

..."Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et"... (Al-i İmran Suresi, 147)

..."Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu "hor ve aşağılık" kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur. Rabbimiz, biz: "Rabbinize iman edin" diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür. Rabbimiz, elçilerine va'dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi 'hor ve aşağılık' kılma. Şüphesiz Sen, va'dine muhalefet etmeyensin." (Al-i İmran Suresi, 191-194)

..."Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahitlerle birlikte yaz." (Maide Suresi, 83)

..."Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız." (Araf Suresi, 23)

..."Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın." (Araf Suresi, 151)

"... Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında 'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın." (Araf Suresi, 89)

"... Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür." (Araf Suresi, 126)

"... Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik... (Araf Suresi, 155-156)

..."Biz Allah'a tevekkül ettik; Rabbimiz, bizi zulmeden bir kavim için bir fitne (konusu) kılma. Ve bizi, kafirler topluluğundan rahmetinle kurtar." (Yunus Suresi, 85-86)

..."Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun'a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler." (Yunus Suresi, 88)

"Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf Suresi, 101)

..."Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler. Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrahim Suresi, 37-38)

..."Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 24)

..."Rabbim, beni (girilecek yere) doğru bir girdirişle girdir ve (çıkarılacak yerden) doğru bir çıkarışla çıkar ve katından bana yardımcı bir kuvvet ver." (İsra Suresi, 80)

..."Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). (Kehf Suresi, 10)

..."Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısırdır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) razı olunan(lardan) kıl." ...(Meryem Suresi, 2-8)

"Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve müminleri bağışla" (İbrahim Suresi, 40-41)

..."Rabbim, benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz; ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl. Kardeşim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni çok zikredelim. Şüphesiz sen bizi görüyorsun." (Taha Suresi, 25-35)

..."Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum"...(Enbiya Suresi, 87-88)

..."Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın." (Enbiya Suresi, 89)

..."Rabbim, eğer onlara va'dolunan (azab)ı mutlaka bana göstereceksen, Rabbim, bu durumda beni zulmeden kavmin içinde bırakma." (Müminun Suresi, 93-94)

..."Bizi o zulmeden kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun."..."Rabbim, beni kutlu bir konakta indir, sen konuklayanların en hayırlısısın." (Müminun Suresi, 28-29)

"Rabbim"..."Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et." (Müminun Suresi, 26)

..."Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et." (Müminun Suresi, 39)

..."Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım. Ve onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rabbim." (Müminun Suresi, 97-98)

..."Rabbim, bağışla ve merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (Müminun Suresi, 118)

..."Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl,"...(Furkan Suresi, 74)

..."Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat; sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver. Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl. Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır. Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme." (Şuara Suresi, 83-87)

..."Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı. Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan müminleri kurtar." (Şuara Suresi, 117-118)

..."Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19)

..."Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." ..."Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım." (Kasas Suresi, 16-17)

..."Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar"(Kasas Suresi, 21)

..."Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 24)

..."Rabbim, fesat çıkaran (bu) kavme karşı bana yardım et." (Ankebut Suresi, 30)

..."Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et." (Saffat Suresi, 100)

..."Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 35)

..."Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından herşeyi kuşatıp-sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru. Rabbimiz, onları Adn cennetlerine sok ki onlara (bunu) va'dettin; babalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanları da. Gerçekten Sen, üstün ve güçlü olansın, hüküm ve hikmet sahibisin. Ve onları kötülüklerden koru. O gün Sen, kimi kötülüklerden korumuşsan, gerçekten ona rahmet etmişsin. İşte büyük "kurtuluş ve mutluluk" budur. (Mümin Suresi, 7-9)

..."Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben müslümanlardanım."...(Ahkaf Suresi, 15-16)

..."Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr Suresi, 10)

..."Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve "içten sana yöneldik." Dönüş sanadır. Rabbimiz, bizi inkar edenler için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin." (Mümtehine Suresi, 4-5)

..."Rabbim bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." (Tahrim Suresi, 11)

..."Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma. Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar." (Nuh Suresi, 26-27)

"Rabbim, beni, annemi, babamı, mümin olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma." (Nuh Suresi, 28)

..."Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?... (Furkan Suresi, 77)